Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Pandemi yılının ardından 2021, herkesin umutlarını tazelemek istediği bir sene olarak önümüzde duruyor. Elbette umut çok önemlidir. Ama bu umudu gerçekçi birtakım gelişmelerin üzerine kurgulamazsak, ciddi sapmaları da yaşamamız kaçınılmaz.

Şu bir gerçek ki; içinde bulunduğumuz sene de zorlu sınavları beraberinde getirdi. Düz mantıkla baktığınızda, girdi maliyetlerindeki yükselişten, düşen iş hacimlerine ya da kazanç oranlarına kadar ciddi sapmaların yaşanmasının muhtemel olduğu bir yıl içerisindeyiz.

Bir tarafta ekonominin dönüşümü, teknolojinin hayatımıza, üretim modellerimize, müşteri ilişkilerimize daha çok dahil olduğu, öte tarafta ekmeğin aslanın midesine girdiği bir süreci, eş zamanlı, az hatayla ve sonrası için umut besleyecek şekilde yönetmek gerekiyor.

Yine bu yılın değişmez aktörü finans yönetimi… Finans kaynaklarının daha da değerlendiği ya da tersten baktığınızda maliyetlendiği bir süreci yaşamaya hazırlanmak gerekiyor. Bu, firmaların ayakta kalabilmeleri ve okyanusu geçip derede boğulmamaları için elzem.

Son dönemde finans piyasalarının hakim olduğu bir algı ortamında, ABD ve AB’de yapılan yardımların, dünyada tekrar parasal genişleme ortamı yaratacağı söylemlerine fazla itibar etmemenizi öneririm. Zira bir önceki yardımlar bize gösterdi ki, bu hibe niteliğinde dağıtılan paralar ya geçim zorluğu çeken insanların tüketimlerine ya da nispeten iyi durumda olanların altın tasarrufuna yöneldiği sonucunu getirdi.

Örneğin; son ABD yardım paketinin dağılımına baktığınızda, yüzde 50 oranında bireylere hibe söz konusuyken, geriye kalan rakam da yarı yarıya zor durumdaki şirketlere ve küçük işletmelere gidiyor.

Fakat finans piyasaları bunu tekrar iki bin’li yılların başındaki gibi bir parasal genişleme olarak anlatarak, iyimserlik pompalamaya ve elbette buradan da ellerinde riskli olan varlık balonu sayılabilecek değerleri riskleriyle birlikte devredecek ortam yakalamaya çalışıyorlar.

Bu nedenle reel ekonominin aktörleri, yaratılan bu ortama ve bilhassa olumluya dönüştürülmeye çalışılan bu algı ortamına itibar etmemelidir. Onun yerine ders çalışması gereken ve yönetmek zorunda olduğu üç temel alan bulunuyor.

Buna geçmeden önce insan kaynağı ve benzeri hayati faktörleri dile getirmediğimi belirtmek isterim. Yani finansınızı nasıl etkin ve adil bir şekilde yönetmeniz gerekiyorsa, insan kaynağınıza da benzer bir yaklaşım sergilemeniz, firma hayatiyeti açısından olmazsa olmazların başında geliyor.

Tekrar kritik üçgene dönersek… Yönetilmesi gereken bu üçgenin bir kenarını tedarikçileriniz oluşturuyor. Tedarik zincirinin ne kadar önemli olduğu sanırım pandemi sürecinde bir kez daha anlaşıldı. O nedenle al-ver politikası yerine, uzun vadeli yol alınabilecek, yol arkadaşı özelliği taşıyan tedarikçilerinizi bir kenara ayırmalısınız. Onlarla dönüşen ekonominin yapısına göre iş birliklerine gitmeli ve belki de gelişmeyi beraber sağlayacak ortak projelere imza atmalısınız. Meseleyi ‘parasıyla değil mi? İstediğim yerden alırım’ tarzında algılamaya devam edenler açısından, önümüzdeki süreç ciddi bir tedarik sıkıntısını da beraberinde getirmeye aday. Yani; ilişkide sadakatin öne çıktığı bir sürecin önemini anlamalıyız. Esasen, geleneksel piyasaların eski yapısında bu kültür var. Tek yapılması gereken o alanı biraz daha hatırlayarak canlandırmak.

İkinci kritik üçgen kenarı bayiler… Bu süreçte bayi teşkilatının mutlaka masaya yatırılması, sürekli nabız yoklanması, bayiler arasında adaleti bozan unsurlar varsa giderilmesi gerekir. Öte yandan bu yapıda nicelik peşinde koşmayı da terk etmenin şart olduğu bir dönemdeyiz. Yani kaç bayinizin olduğu değil, nitelikli, iş yapan, işinizi geliştiren ve bir takım ruhu içerisinde sizi geri besleyen bayilerden oluşan bir yapıyı şekillendirmelisiniz. Aksi takdirde bu ödeme probleminden, bayilerdeki şişmeye kadar birçok sorunu beraberinde getirir. Örneğin ocak ayında beyaz eşya satışlarının aylık yüzde 59 arttığını birçok medya organında okudunuz; izlediniz. Fakat işi bayi kanalına, yani perakendeciye sorduğunuzda aksine satışların düştüğünü görüyorsunuz. Bu tip bir üretim artışı ancak kendini kandırmak ve günün sonunda bayiyi, bayiyle birlikte kendini patlatıp, bu piyasa özelinde spot yaratarak tekrar dönüp kendini vurmaktır. Bu nedenle nitelik ve iletişim konusu özellikle yönetilmelidir.

Üçgenin son kenarı ise müşteriniz. Artık klasik bir müşteri ilişkisinden çıkıp farklı bir dil geliştirmenin elzem olduğu bir yönetim anlayışı sergilenmek zorunda. Ekonominin satış üzerine değil, değer yaratmak üzerine kurgulandığı yeni yapıda ‘mal orada, isteyen alsın’ tavrı sürdürülebilir değil. Bu tarz yaklaşıma sahip olan işletmelerin kısa sürede piyasadan çekileceğine hep beraber şahit olacağız. Bu üçgeni iyi yönetenlerin ise olumsuzluklardan korkması için bir sebep yok. Göreceksiniz ki; onlar yarının ekonomisinde de yerlerini alacaklar.

Bu nedenle tedarikçi, bayi, müşteri üçgenini iyi yönetmek gerekiyor. Fakat bunun da bir anahtarı var. O da gerçekler. Gerçekleriyle yüzleşen, sorun varsa yönetmeyi tercih eden hiçbir işletme çok büyük sıkıntılar yaşamaz. Kendini kandırmak ise, kendi elinizle firmanızın içine koyduğunuz bombadan başka bir anlam taşımaz.