Çin ve Türkiye arasındaki ilişkiler son yıllarda dostane ve sıcak bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Dünyada yaşanan küresel salgın ile ülkemizde ve Suriye’de meydana gelen 6 Şubat depreminden sonra Türkiye ve Çin dostluklarını daha da pekiştirdi. Salgın döneminde aşı ve deprem döneminde arama kurtarma ekibini yollayan Çin, ülkemizi zor zamanlarında yalnız bırakmayarak “Müttefikiz” mesajını vermiş oldu.

Son yıllarda Türkiye pazarına yatırımlarını arttıran Çin, ilk etapta cep telefonu üretiminin bir kısmını ülkemize kaydırdı. Son dönemde elektrikli otomobil pazarını da ülkemize çeken Çin, yatırımlarını genişletmek istiyor. İlerleyen dönemlerde iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin daha da artması bekleniyor. Bir türk girişimcinin gül yağı ile Çin’in kozmetik pazarına giriş yapmasıyla beraber Türklere özgü ve Türklerle özdeşleşmiş pek çok ürünün de gelecek zamanlarda Çin pazarında yer alması bekleniyor. AİMSAD Dergisi Kapak Röportajları kapsamında Çin ile rekabet halinde miyiz, rekabet ediyorsak hangi alanlarda rekabet içindeyiz? Yine Çin ve Türkiye arasındaki iş birliği ne durumda, istenilen seviyede mi? Çin ile rekabet etmek mi yoksa iş birliği yapmak mı, Türkiye açısından faydalı olur? gibi soruların yanıtlarını aramak için China Today Türkiye Baş Editörü Kerem Köfteoğlu ile bir araya geldik. Kendisiyle Çin ve Türkiye ilişkilerini konuştuk.

“Son yıllarda Türkiye ve Çin arasındaki ticaret hacminin 20 kat arttığını görüyoruz”
Türkiye ve Çin arasında son yıllarda daha önce görülmemiş şekilde ikili dostane ilişki yaşandığını görmekteyiz. İki ülke arasındaki mevcut ekonomik ilişkiler hakkında neler söylemek istersiniz?

Çin, Türkiye’nin Asya’daki en büyük, dünyadaki üçüncü büyük ortağı haline geldi. Son yıllarda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 20 kat arttığını görüyoruz. 2012 yılında iki ülke arasında 45 milyar dolarlık bir ticaret hacmi gelişti. Burada biz ne yazık ki daha çok alan ülkeyiz, satan değil. Yani Türkiye’nin aleyhine bir durum. Ama bu Türkiye’nin aleyhine olan ticaretteki durumu tersine çevirmek mümkün. Bizim daha aktif olmamız, daha fazla Çin’e mal satmamız durumunda bu durumu tersine çevirebilir ya da en azından dengeye oturtabiliriz. Çin’in dünyada çok iddialı olduğu ve Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in 2013 yılında Kazakistan’da gündeme getirdiği, 2023 yılında da 10. yılını kutladığımız Kuşak ve Yol Girişimi kritik bir konu. Kuşak ve Yol Girişimi sadece Çin açısından değil, Türkiye’ye açısından da çok önemli. 2015 yılında Çin ve Türkiye arasında Kuşak ve Yol’daki orta koridorun uyumlaştırılması konusunda bir mutabakat imzalandı. Bu mutabakatın imzalanmasından sonra gerek bizim Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerekse Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping arasındaki görüşmeler hızlandı. Gerek pandemi döneminde gerekse geçen sene birçok cana mal olan deprem felaketinde iki ülke halkı birbirlerine elini uzattı. Yani baktığımızda iki ülke arasındaki ilişkiler sadece ticari konularda artmamış. Beşeri, insani ilişkilerin de geliştiğini görüyoruz. Son dönemlerde stratejik ortaklık, ticaret ortaklığı; kapsamlı stratejik ortaklığa doğru gidiyor. Bu anlamda da iki ülke arasındaki ilişkilerin ivme kazanacağını ve daha ileri seviyeye taşınabileceğini söyleyebilirim.

“Dünyada rekabet ve birlikte hareket etme anlayışı gelişiyor”
Çin devamlı bir rakip olarak gösteriliyor. Peki durum gerçekten böyle mi? Çin ile masaya oturup, iş birliği yapabileceğimiz alanlar mevcut mu? Bu yönde ne gibi adımlar atılıyor?

Dünya ülkelerine baktığımızda Türkçeye; “rekabirlik” diye çevrilebilecek olan bir anlayışın girdiğini görüyoruz. Rekabirlik; aslında rekabet ve birlikte hareket etme anlamında bir sözcük. Anlayış şunu içeriyor; sizin bir konuda rekabet gücünüz, üstünlüğünüz var. Benim de başka bir konuda rekabet üstünlüğüm var. Birbirimizi yok edip, yıkıcı rekabet içerisinde olacağımıza, hangi noktalarda birlikte hareket ederiz? Hangi alanlarda sinerji yaratabiliriz? Bunu anlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla “Yok onlar mı büyük, biz mi büyüğüz? Onlar mı bizi geçti, biz mi onları geçtik?” diye kimsenin işine yaramayacak çalışmalar içerisine girmektense bence iki ülke oturup hangi konularda kimin rekabet üstünlüğü var, bunları ortaya çıkarıp, bu konularda nasıl iş birliği yapılabilir, bunları tartışmaları, konuşmaları gerekiyor. Baktığınızda Çin’in çok ciddi bir stok kapasitesi olduğunu görüyoruz. Çin bir alüminyum, bir plastik hammadde alır bütün dünya piyasalarını alt üst eder. O kadar güçlü bir alım yapıyor ki. Yine bildiğiniz üzere Çin’in çok güçlü bir üretim kapasitesi de var. Türkiye,  Çin’in batıya açılması noktasında çok önemli bir köprü konumunda. Uzun yıllardır batıyla olan ilişkilerimizden dolayı biz batı piyasasına hem yakınız hem de bu piyasayı iyi biliyoruz. Bu kazandığımız tecrübeden dolayı birtakım üretimlerle Çin’in de kazanacağı, bizim de kazanacağımız şeyler yapılabilir. Mesela bizim tekstilde çok ciddi tasarım gücümüz var. Tekstildeki bu gücümüzden hareketle özellikle tasarım anlamında iş birliği yapabiliriz. Hammadde konusunda, iplik konusunda, ipek konusunda, daha başka ham maddeler konusunda bizimle birlikte çalışabilir, birlikte tasarım yapabilir, üçüncü ülkelere bizimle birlikte gidebilirler. Dolayısıyla, yıkıcı rekabet içine girmektense, daha mantıklı yollarla rekabeti; ortaklaşa rekabete dönüştürebilir, iki tarafın da kazanabileceği hale getirebiliriz. Buna da artık biliyorsunuz kazan–kazan formülü deniliyor. Bu anlayışta atacağımız adımlar iki ülkeye de yarar sağlar. Diğer türlü anlamsız, gereksiz rekabetler, bizi bir yere götürmez. Aslında bir ülke bir konuda çok iyiyse ve başkası o alanda bileğini bükemeyecekse, rekabet etmek çok da anlamlı değil. Ancak bu, başka anlamlarda bizim güçlü olmadığımız anlamına da gelmiyor. İşte bunların doğru bir analizinin yapılması ve hangi noktalarda rekabet edebileceğimizi, hangi noktalarda birlikte hareket edeceğimizi iyi anlayıp, iyi çalışıp hareket etmemiz gerekiyor. “Biz Çin’i geçtik, Çin’den daha iyiyiz” demek yerine bence Çin ile ortaklaşa lojistik üsleri kurabiliriz. Hele; bu Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki Xi’an kentinden kalkıp Avrupa’ya kadar giden bu ihracat trenleri ve bu ihracat trenlerinin önemi günümüzde daha da arttı. Biliyorsunuz Kızıldeniz’deki korsan saldırılarından dolayı orada tedarik zincirinde ciddi bir aksama oldu ve her ne kadar deniz taşımacılığı ile tren taşımacılığı bire bir aynı değilse de en azından elinizin altında böyle bir imkan var. Şu an daha güvenli, daha risksiz bir ulaşım. Bu tedarik zincirinin kırılmasını engelleyecek bir şeydir, burada da ortaklaşa bir şeyler yapılabilir.

“Veriler bize hangi konularda rekabet edeceğimizi söyler”
Çin ve Türkiye arasında bir rekabet yaşanması halinde ülkemizin bu konuda nasıl bir önlem alması gerekir?

Bir ülkeyle aramızda rekabet ortamı çıktığında bunun gerçekçi bir şekilde ele alınması gerektiğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani hislerle değil verilerle, rakamlarla  hareket edilmesi lazım. Verilerle hareket ettiğimiz zaman hangi konuda rekabet edebileceğimizi, etmemiz gerektiğini anlarız. Dolayısıyla burada benim söyleyebileceğim, altını kalın kalın çizeceğim şey şu; mutlak suretle veriye, bilgiye dayalı, gerçekçi bir analiz yapar ve bu gerçekçi analiz dahilinde hangi konularda rekabet edeceğinizi saptarsınız, doğru bir yol haritası belirlersiniz. Veri analizi dahilinde bir şeyler yaptığınızda alacağınız önlemin bir anlamı oluyor.

“Yükselen Asya’da yerimizi almamız Batı’ya sırtımızı dönmemiz anlamına gelmez”
Ülkemiz son yıllarda denge politikasına ağırlık vermiş durumda. Komşularla yaşadığımız sorunların çoğu çözülmüş durumda. Kimileri Türkiye’nin ABD’ye ve Batı ekonomisine (ABD ve Avrupa) yakın olmasını söylerken, kimileri de Türkiye’nin; Rusya ve Çin ile yakınlaşıp doğu ekonomisine yakın olması gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin BRICS’e dahil olması beklenirken son anda alınmadığı bir süreci de hep beraber yaşadık. Sizce ülke olarak bu konuda nasıl bir adım atmamız gerekiyor?

Tüm dünyaya baktığımızda artık çok kutupluluğun geçerli olduğunu görüyoruz. Şöyle ki; daha önce dünyanın jandarması olarak kabul edilen ve dünyayı domine eden bir ülke vard; o da Amerika’ydı. Şimdi baktığımızda ise çok kutuplu bir sistem var. Çok kutuplu dünya hem Türkiye’nin hem de diğer ülkelerin yararına. Çin’in çok sahiplendiği Kuşak ve Yol Girişiminin yanı sıra, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık var, sizin de söylediğiniz gibi BRICS var, Şangay İş birliği Örgütü var. Örneğin; BRICS ilk başladığında beş ülkeydi. Sonra beş ülke daha katıldı. BRICS’ı oluşturan ülkelerin; dünya ekonomisindeki payları yüzde 26. Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İş birliği Ortaklığı; dünya ekonomisinin yüzde 30’una ulaşıyor. Nereden bakarsanız dünyanın 4’te 1’i bu oluşumların içerisinde bu bir. İkincisi de birçok uzman; dünyanın sarkacının Asya’ya kaydığını söylüyor. Dolayısıyla böylesine önemli bir güç haline gelen, giderek o güce başka ülkeleri de katan, Asya ülkelerinin dışında kalmamız bize bir yarar sağlamaz. Var olan durumu çok iyi okumamız ve ona göre etkili adımlar atmamız gerekiyor. Zaman zaman şöyle tartışmalar da meydana geliyor; Asya ile iş birliğini geliştirmeye kalktığımızda, meseleye hep batıcı gözüyle yaklaşıyorlar. “Biz yüzümüzü Batı’ya çevirmeliyiz, Asya’ya çevirmemeliyiz” gibi gereksiz, anlamsız şeyler söylüyorlar. Oysaki bana göre; bizim yükselen Asya’da yerimizi almamız gerekiyor. Üstelik yükselen Asya’da yerimizi almamız bizim Batı’ya düşman olmamız ya da Batı’ya sırtımızı dönmemiz anlamına gelmez. Tam tersine bu orta koridor dediğimiz Asya ile Avrupa arasındaki ya da genel olarak Asya ile Batı arasındaki ortadaki o köprü vazifesini çok daha iyi görmemiz anlamına gelir. Ne demiş büyük önderimiz; “Yurtta sulh, cihanda sulh” Bizim doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle karşılıklı saygı ve kazan-kazan ilişkileri içerisinde dünyadaki bütün ülkelerle ilişkilerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Bunun önüne engel koymayalım, psikolojik engelleri de yıkalım. İhracatçılarımız 160 ülkeye çalışıyor. Bazı ülkelerin adını sanını bile bilmiyoruz. Bu da girişimcilerimizle gurur duyacağımız bir şey. Özetle biz; Asya ile olan ilişkilerimizi geliştirelim ve dünyanın diğer bölgelerinde de ilişkiler gerçekleştirelim. Bunun bir zararı olmaz, yararı olur.

“Çin’de ABD’li şirketlerin sayısı her geçen gün artıyor”
Çin ekonomisinin durumunu nasıl görüyorsunuz? Çin’in ekonomisinin ABD’nin ekonomisiyle başa baş bir rekabet halinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu kapsamda Çin’in ekonomisinin dünya için bir tehdit oluşturduğunu söyleyenler de olduğu gibi sadece ABD’nin ekonomisine tehdit oluşturduğunu da söyleyenler var. Sizce Çin’in ekonomisi tehdit oluşturuyor mu oluşturuyorsa da kimler için tehdit oluşturmakta?

Birincisi Çin ekonomisi geride bıraktığımız 2023 yılında beklentiler doğrultusunda yüzde 5’e yakın bir büyüme kaydetti. Çin’de ekonomik alanda çok büyük bir sorun yok. Daha önceden Çin’in büyüme rakamlarında çift haneli büyümeleri duyardık ama son yıllarda pandemi ile birlikte daha da artan bir yavaşlama görüyoruz. Çin artık eskisi gibi çift haneli büyümüyor ama yine de büyüyor bu bir. İkincisi, Çin genel olarak dünya için bir tehdit değil. Çin’i tehdit olarak gören ABD. ABD açısından baktığınızda gayet mantıklı bir tutum. Çünkü eskiden her alanda dünyada tek hakimken, şimdi bakıyor karşısında güçlü ve hırlsı bir rakip duruyor. Çin birçok anlamda çok hızlı yol kat etti. Bizim için Çin ekonomisinin büyümesi ne ifade ediyor? Bize ne faydası var diyecekseniz? Bakınız, Çin; dünyaya eskisi gibi mal satamayınca, bu sefer iç pazara yöneldi. İç pazarı canlandırmaya yönelince de bu dünyanın fabrikası olan Çin’i; dünyanın en önemli tüketim pazarı haline getirdi. Bu da kaliteli ürün üreten, kaliteli hizmet üreten Türk firmalarının önüne yeni fırsatlar açmış oldu. Hani bizde “yastık altı dediğimiz tasarruflar var ya Çin hükümeti de yastık altında parası olan vatandaşımın paralarını ekonomiye katayım ve ekonomiyi canlandırayım” diyor. Ama bu ekonomiyi canlandırmaya kalkarken, dünyaya mal satma pozisyonunda değil, dünyadan mal alan ülke haline geldi. Çin Uluslararası İhracat Fuarı her sene kasım ayında Şanghay’da düzenleniyor. Hani ABD rakip olarak görüyor diyoruz ya bakın buraya katılan ABD’li şirketlerin sayısı her geçen gün artıyor.

“Bir Yol Bir Kuşak Projesinde ticaretin sürekli olabilmesi için demiryolları inşa etmeliyiz”
Çin’in dünya ekonomisinde gelişmesi ve genişlemesi ülkemize nasıl bir katkı veya zarar verir?

BRICS, Şanghay İş Birliği Örgütü gibi konuları doğru tahmin edebilmek lazım. Bu gibi iş birliklerini arttırmamız, bizim her anlamda işimize yarayacak, ekonominin gelişmesine katkı da bulunacaktır. Örneğin: Çin’in Bir Kuşak ve Bir Yol kapsamında Asya Altyapı Yatırım Bankası var bir de Kuşak ve Yol Fonu var. Burada çok ciddi paralar var ve buralardaki paralar daha çok altyapılara harcanıyor. Bizim de özellikle Asya’dan Avrupa’ya gidecek olan trenlerin daha rahat gidebileceği birtakım demiryollarını inşa etmemiz gerekiyor. Hatta o demiryolları; Mersin’e de insin, Karadeniz’e de çıksın. Bu demiryolları ciddi para, ciddi maliyet yatırımlarıdır. İşte bunları biz Kuşak ve Yol ile entegre ederek bu fonlardan da yararlanabiliriz. Yeter ki biz bu çalışmaları doğru bir şekilde yapalım, birbirimize güvenelim ve birbirimize karşı açık, net tavırlar sergileyelim. Bunları sergilememiz halinde bize yarar sağlayacaktır, ekonomimize katkı sağlayacaktır. Bir kere uzak kavramını bizim girişimcilerimiz, iş insanlarımız gündeminden çıkarmalı. Yani bakın çok ironik ve ters bir durum var. Çin’den çok fazla mal alıyoruz, yani Çin’den 20 alıyoruz, bir satıyoruz. Çin’den mal alırken, uzak demiyoruz ama satmaya gelince uzak diyoruz. Asya ile ilişkilerimizi geliştirelim, kafalarımızdaki bariyerleri yıkalım arada birtakım siyasi çekişmeler varsa da bu iş insanımızın çözeceği işler değildir. Bırakalım herkes işini yapsın. Bu ülkenin dışişleri var, diplomatları var. Bırakalım eğer siyasi bir anlaşmazlık varsa, onlar çözsünler. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle bitireyim: “Ülkesine en iyi hizmet eden kişi; işini en iyi, en doğru yapan kişidir”

“Çin’in üretim gücünü ve Türkiye’nin pazarlama avantajını kullanarak güzel iş birlikleri yaratabiliriz”
Türkiye’nin Çin ile rekabet edebileceği, elinin kuvvetli olduğu alanlar neler ve bu rekabet Türkiye’ye ne gibi kazanımlar sağlar?

Tekrar etmekte fayda var; Çin’in çok önem verdiği Kuşak ve Yol kapsamı üzerindeki ülkeler arasındaki ticaretin toplam hacmi 2 trilyon dolara ulaştı. Bakın muazzam rakamlardan bahsediyoruz. Türkiye bu projenin orta koridor dediğimiz kısmında yer alıyor. Tekstil, otomobil yedek parça, kozmetik ham madde alanlarında Türkiye ve Çin ortaklaşa bir şeyler yapabilir. Biliyorsunuz, Isparta’da çıkan meşhur gül yağımız var. Gül yağı ve gül esansı konusunda Çin’de bir Türk girişimci, bu işin standartlarını belirleyen kurumla iş birliği yapıp, Çin pazarında o standartlarda satılması üzerinde çalışıyor. Zeytinyağı bizim en güçlü olduğumuz, en rahat girebileceğimiz alanken başkaları biz o alanı boş bıraktığımız için giriyor. Bu gül yağı konusunda da eğer bu arkadaşımızın, girişimcimizin çabaları olmasaydı orada da Türk Isparta Gülyağı diye başka başka kalitesiz mallar piyasaya girecekti. Elimizin güçlü olduğu alanlarda onlarla birlikte pekala hareket edebilir, üretim–pazarlama konularında ortak çalışmalar yapabiliriz. Bunun yanı sıra Avrupa pazarında uzun yıllardır çalışıyor olmamızdan dolayı Avrupalıların mantalitesini, beklentisini biliyoruz. Onlara ürün, hizmet pazarlama konusunda da ciddi bir birikim kazandığımız için Çin’den bir adım öndeyiz. Çin’in üretim gücünü arkamıza alarak bizim de bu pazarlama ve Avrupa pazarlarına yakınlığımızın avantajını kullanarak çok güzel iş birlikleri, çok güzel enerjiler yaratabiliriz.

“Bu darboğazları aşmamızın en önemli yolu; üretim, üretim ve üretim”
Çin ve Türkiye arasında gelecek yıllarda ikili ilişkilerin giderek daha da artması bekleniyor. Bu kapsamda Çin’deki fabrikaların birçoğunun Türkiye’ye yatırım amaçlı gelmesi bekleniyor. Fabrikaların Türkiye’ye gelmesi ve üretim ekonomisine geçmek bize hangi alanlarda katkı sağlar?

Türkiye’nin ekonomi alanında sıkıntı içinde olduğu bir gerçek, bir darboğaz var. Bizim bu sıkıntıları, bu darboğazları aşmamızın en önemli yolu; üretim, üretim ve üretimdir. Yani biz üretim yaparak bu sıkıntılardan ve bu darboğazlardan kurtuluruz. Türkiye’de; zaman zaman sıcak para girişi çok tartışılır ve konuşulur. Nedir bu sıcak para? Gelir, borsaya yatırır, kısa zamanlı, kısa vadeli karını alır, çeker gider. Kısa vadeli düşünen ama Türkiye’ye hiçbir yararı olmayan bu tip yabancı yatırımların önüne geçebilmek için bunlara kucak açmak yerine daha çok yatırım yapacak, istihdam yaratacak, ülke ekonomisine katkı sağlayacak, teknoloji getirecek, ciddi yatırım yapacak firmalara yönelmemiz gerekiyor. Bu noktada da baktığımızda Çin’in son yıllarda bu anlamda adımlar attığını görüyoruz. Birkaç teknoloji firması Türkiye’de fabrika açtı. Elektrikli araçlar geldi. Şu an Türkiye’de dokuz tane elektrikli araç üreten marka oldu. Bunlardan bir tanesi Türkiye’de üretim yapacakları yeri arıyor. Bunun dışında; Shudao Yatırım Grubu, doğal gaz, tuz mağarası yatırımı yaptı. Yine aynı grup 1915 Çanakkale Köprüsünü inşa etti. Energy China Kömürlük Santralini tamamladı. Çin Sanayi ve Ticaret Bankası (ICBC) Tekstil Bank’ı aldı ve Türkiye’deki bazı projelere, bazı KOBİ’lerin finansmanına destek sağlıyor. Yine Türkiye’nin enerji ve ulaşım altyapı projelerine büyük miktarda finansman desteği sağladı. 7 Haziran 2023’te Çin ve Türkiye arasındaki metro imalat anlaşması projesi de imzalandı. Bu projeyle Türkiye’nin en hızlı metro hattının yerli üretimi başlamış oldu. Önümüzdeki yıllarda bu yatırımlara bir yenisinin daha eklenmesi bekleniyor. Arazi arayan, fabrika yatırımı yapmak isteyen ya da şirket satın alan Çinli yatırımcıları duymaya başladık ve daha da çok duyacağız. Dolayısıyla, istihdam yaratacak çalışmalar önemli. Teknolojisini getirecek ve ülkenin kalkınmasına fayda sağlayacak yabancı yatırımcıya ihtiyaç var. Bu noktada da baktığımızda Türkiye’ye en sıcak bakan, en rahat gelebilecek olan ülkeler; körfez ülkeleri ve Çin.