Zeynep Erçağlar – Ata Yatırım İnsan Kaynakları Direktörü

Pandemi bitti, haydi her şey eskisi gibi devam etsin!

Maskeleri çıkardık, birçok kurum tam zamanlı ofislere geri dönme kararı aldı. Sanki her şeye iki sene ara vermiş, sanki hayatlarımızdan iki seneyi çıkarmış hissiyle kaldığımız yerden devam edeceğimizi varsayarken aslında ne kadar değiştiğimizi, ne kadar yorulduğumuzu fark ettik. Artık hiçbir şey, bırakıp evlere kapandığımız günlerdeki gibi değil. Bizler değiştik, iş yapış biçimlerimiz değişti, patronlarımızın bakış açıları değişti. Evrildik ve Z kuşağı yine yaptı yapacağını. İçinde büyük anlamlar barındıran bir kavramı kucağımıza bıraktı. Şimdi tüm dünya bu kavram etrafında işleri nasıl yönetmesi gerektiğini tartışmakta.

Bir gün New York’ta yaşayan Z kuşağı temsilcilerinden, 24 yaşındaki yazılım mühendisi Zaid Khan ilham veren bir video ile hayatlarımıza “Sesiz İstifa-Quiet Quitting” kavramını soktu. Benim de aslında tüm yazılarımda bir şekilde değindiğim, Z kuşağının dünyada fark yaratmaya geldiği öngörüsü, basit diye düşündüğümüz bir sosyal medya paylaşımıyla bir kez daha fark edilmiş oldu.

Pandemi sürecinde; iş-yaşam dengesinin korunamaması, aslında yeni bir özgürlük dalgası gibi yayılan hibrit veya remote çalışma sistemleri içerisinde aslında tüm gün çalışıyor olmamız, pazar sabahları telefonu elimize aldığımızda 07:30’da iş ile ilgili gelen Whatsapp yazışmaları veya e-mailleri iş-yaşam dengemizi alt üst etti.

Dışarıdan gelen bu baskıların yanında bence en tehlikeli olanı; kendimizi unvanlarımızla, konumlarımızla, yaptığımız işlerle anlamlı görmemizden dolayı daha çok çalışmanın, yeni roller, yeni şapkalar takmanın bizi daha değerli yapacağı fikriyle hiç durmayı bilmememiz. İşimizi kimliğimiz olarak görmemiz ve bununla kendimizi ifade ediyor olmamız. Bu duygunun karşılığı olarak işimizi kaybetmekten korkmamız ve bu stresi hayatımızın her alanına yansıtmamız. Y kuşağı için bir yaşam biçimi olan bu psikolojik baskı durumu Z kuşağı için sorgulanması gereken bir duruma dönüştü. Hayatı bir deneyim olarak yaşayan Z kuşağı temsilcileri, deneyimlerinin sadece iş hayatından ibaret olmasına tepki göstermiş oldu.

Terim olarak sessiz istifa; işten ayrılmadan, sadece görevlerini yerine getirmeyi, yeni roller almayı reddetmeyi, sadece çalışmanız gereken kadar çalışmayı ifade etmektedir. Sadece para kazanmak için çalışıyorsam, neden yapmam gerekenin çok daha fazlasını yapıyorum? sorusuna bir cevaptır aslında.

Ayrıca bu kavrama örgüt içerisinde kendisini sıkışmış olarak gören çalışanların seçtiği bir yol olarak da bakabiliriz. Yeni bir iş arayışına girmekten çekinen, konfor alanını terk etmek istemeyen, var olan kıdem tazminatını bırakmak istemeyen ama bir yandan yaptığı iş ile ilgili artık değer yaratmadığını düşünen çalışanların günün sonunda sadece günü kurtarmaya çalıştığı bir yaklaşım olarak da değerlendirebiliriz.

Çalışanları bu noktaya getiren sebeplerin en başında adaletsiz bir örgüt düzeni, baskıcı yönetici profilleri, fiziksel olarak kişileri zorlayan çalışma ortamları gibi sebepler sıralanabilir.  Çalışanlar tüm bu kötü şartlar altında çalışmaya devam etmekte ancak kurumlarına ek bir katkıda bulunmayı reddetmektedirler.

İşverenler için yönetmesi oldukça zor olan bu süreç, insan sermayesinin sürdürülebilir rekabet üzerindeki büyük etkisi nedeni ile yıkıcı bir etkiye sahiptir. Yeteneği ve potansiyeli bir arada bulmakta zorlandığımız bu dönemde insan kaynakları çalışanları olarak bu süreci yakından takip etmeli ve kurumlarımızda bir yol haritası belirlemeliyiz. Bu durumdan çıkmak için neler yapabileceğimize baktığımızda değer görme, adil ücret, takdir edilme, yapılan işte anlam bulma, bir organizasyonun parçası olduğunu hissettirme gibi kurum bağlılığını artırıcı değerlere öncelik verilmelidir.