Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Ekonomide yeni döneme ilişkin herkes bir kavramdan bahsediyor. Bir dönüşümün, hatta bir kırılmanın yaşandığı çok açık. Sanıyorum bunu ülkemizin en ücra köşesindeki firma dahi artık fark etti.

Fakat fark etmekle iş bitmiyor. Süreci seyretmek yerine, bu dönüşüme uyum sağlayacak bir eyleme geçme zorunluluğu bulunuyor. Aksi takdirde fotoğraf net bir biçimde ortaya çıktığında, uyum sağlamak için çok geç olacak.

Bir tarafta dijitalleşmeden, öte tarafta yeni finansal enstrümanlardan, bir yanda blok zincir teknolojisinden öte yanda nitelikli insan kaynağından söz ediliyor. Dönüşümün alt başlıkları bu kadar çoğalınca da risk başlıyor.

Hem bunu yapması gereken firmaların bunaldığını hem de çok kavramlı ortamda akılların karıştığını görüyoruz. Peki tüm bu verimlilik odaklı rekabet çağını tek bir kelimede toparlayabilir miyiz?

Geçtiğimiz günlerde bir toplantı vesilesi ile gittiğimiz Ordu’da İstanbul Sanayi Odası’nın eski Başkanı ve eski Meclis Başkanı Hüsamettin Kavi ile de bu konuyu konuşmaya başladık.

Yılların tecrübesi esasen aradığımız üst başlığı bir anda paylaşıverdi. Her bir başlığın çok önemli olduğunu belirtmekle beraber, bir numaralı gündemin sürdürülebilirlik olması gerektiğini söyledi.

Gerçekten de düşündüğünüzde nitelikli insan gücü kullanımından firmanın teknolojik altyapısının dönüşümüne kadar geniş bir yelpazeyi bunun içine sığdırmak mümkün. O zaman kritik soru şu: Sürdürülebilir şirket misiniz?

Sadece kullandığınız teknoloji ya da finansal okuryazarlığınızla değil, sektörünüze, çalışanlarınıza, topluma, ülkeye, çevreye yönelik yaklaşımınız ne? Bunun küçük bir sağlamasını sosyal sorumluluk projeleri üzerinden kendiniz için yapabilirsiniz.

Örneğin; toplumsal duyarlılığın yüksek olduğu bir konuda, mesela mesleki eğitimde ya da çevreye duyarlı bir üretimi ön plana çıkaracak bir organizasyonda, konuya ilişkin verdiğiniz desteği yardım diye görüyorsanız, sınıfta kaldınız demektir.

Ortadaki sorunu gerçekten hissedip, ona ilişkin katkı sağlamayı amaçlıyorsanız sürdürülebilirliğe ilk adımı atmışsınız anlamına gelir. Atık yönetimini popüler bir gündem olarak görüp, bu alanda haber olma telaşında mısınız; yoksa gerekli yatırımları yaparak iklim krizine karşı mücadelenin neferi mi olmaya çalışıyorsunuz?

Bunun yanıtı da sürdürülebilir bir şirket olup olmadığınızı gösterir. Finansman kullanırken günü birlik çözümler peşinde misiniz yoksa, kalıcı hesabı kitabı belli olan kaynak kullanımını mı amaçlıyorsunuz?

Mesela çocuk işçi çalıştırmakla, kayıt dışı istihdam yapmak arasında fark görmüyorsanız; temele insan hakkını koyuyorsanız sürdürülebilir bir şirketsiniz. Çalışanlarınızı kadın erkek diye değil, liyakat ölçüsünde değerlendiriyorsanız sürdürülebilir bir şirketsiniz. Atık yönetimini bir maliyet değil, bir gereklilik olarak görüyorsanız, satın almalarınızda muhatap firmanın tavrına dikkat ediyorsanız sürdürülebilir bir şirketsiniz demektir.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama en önemlisi “yoksa” sorusunun yanıtıdır. Bugün sektördeki konumunuz ne olursa olsun; şayet ilkenizin temelinde sürdürülebilirlik yoksa, katkı alan değil, katkı sağlayan bir şirket olmayı hedeflemiyorsanız geleceğin ekonomisinde de, B2B ya da B2C alanda da yoksunuz.

Sizce çok geç olmadan şirketinizin röntgenini çekmeniz ve gerekli kültürü şirketinize zerk etmeniz ya da varsa geliştirmeniz gerekmiyor mu? Tekrar sorayım: Sürdürülebilir şirket misiniz?