Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Ekonomi cephesindeki ilk sorunumuz enflasyondur. TÜFE’de 2017 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 1,02, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 4,34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,29 artış gerçekleşmiştir. Yani ilk 3 aydaki enflasyon yüzde 4.34 oldu” dedi.

ASO Nisan ayı Olağan Meclis toplantısında gündemdeki ekonomik gelişmeleri değerlendiren Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, 16 Nisan’da milletin oyları ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin farklı bir bakış açısı sunacağını ifade ederek, “Hepinizin malumu olduğu üzere Türkiye ekonomisi 2016 yılını yüzde 2.9’luk bir büyüme performansı ile kapatmıştır. Hiç kuşkusuz bu rakam, istediğimiz bir büyüme oranı değildir. Ancak geçen sene ülkemiz üzerinde oynanan kirli oyunlar ve tezgahlar düşünüldüğünde bu oranın rakamsal değerinin ötesinde bir anlamının olduğunu hepimiz anlayacağız. Uluslararası finans kuruluşları dahi ekonomik olarak Türkiye’nin bu süreçten hızlı bir şekilde çıkmasını takdir etmek zorunda kalmışlardır. 2016 yılının son çeyreğindeki yüzde 3.5’lik büyüme de, 3. çeyrekteki daralmadan sonra Türkiye’nin nasıl hızlı bir şekilde toparlanma sürecine girdiğinin en net göstergesidir” diye konuştu.

Özdebir, Ankara Sanayi Odası olarak yaptıkları değerlendirmelerde 4. çeyrekteki büyüme rakamının 3. çeyrekten oldukça farklı olacağını öngördüklerini belirterek, “Zira 2016 yılının son iki ayındaki kredi kullanım oranlarındaki artış, Ekim ayındaki sanayi üretim endeksinin yılın tamamının en yüksek değerine ulaşması, kayıtlı siparişlerin Ekim-Kasım ortalamasının 2016 yılının en yüksek değerine yükselmiş olması gibi pek çok gösterge bize bunun sinyallerini vermişti. Peki bu büyüme nasıl ortaya çıktı? Detaylı incelendiğinde iç tüketimin ön plana çıktığı görülmektedir. 2016 yılının tamamında dış ticaretin büyümeye pozitif katkı vermemiş olmasına rağmen özellikle kamu harcamalarındaki artış ile birlikte önemli bir büyüme oranı yakalanmış görünmektedir” değerlendirmesinde bulundu.

“Ekonomi cephesinde ilk sorunumuz enflasyondur”

Özdebir, referandum tartışmaları sonrasında yaşanan ekonomik gelişmeleri değerlendirerek, “Ekonomi cephesinde ilk sorunumuz enflasyondur. TÜFE’de 2017 yılı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 1,02, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 4.34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11.29 artış gerçekleşmiştir. Yani ilk 3 aydaki enflasyon yüzde 4.34 oldu. Küresel finansal krizden bu yana Türkiye’nin ilk 3 ayda karşılaştığı en yüksek enflasyon değeri olması, enflasyon noktasında Türkiye’nin ciddi bir sorun ile karşı karşıya kaldığını bize söylemektedir. Tüketicinin ekonomi algısını göstermesi açısından önemli olan Tüketici Güven Endeksinin Nisan ayında ulaştığı değer, önceki 2 senenin Nisan aylarının üzerindedir. Mevcut değer olan 71, her ne kadar son 5 aydan daha yüksek olsa da ekonominin düzelmeye başladığının göstergesi olarak tüketici güven endeksinin en az 75 değerine ulaşması, tam anlamı ile düzelme için ise değerin 80’e ulaşması gerekmektedir. 2017 yılının ilk iki ayındaki sanayi üretim endeksi değerleri incelendiğinde her ikisinin de 2010 sonrası dönemin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır. Buradan hareketle sanayi üretiminde kısmi bir hareketlilikten bahsetmek mümkündür. Diğer taraftan sanayi üretim rakamları bize imalat sanayi olarak halen istediğimiz performanstan uzak olduğumuza da işaret etmektedir. Kapasite kullanım oranı rakamları değerlendirildiğinde de Mart ayında yüzde 74.9 oranında gerçekleştiği görülmektedir. Diğer değişkenlere kıyasla kapasite kullanım oranını yorumlamak ve bundaki hareketlilikten ekonomiye ilişkin bir çıkarım yapmak oldukça zordur. Örneğin 2016 yılında daralmanın yaşandığı 3. çeyrekte kapasite kullanım oranında bir düşüş görülmemektedir. Ancak yine de son açıklanan Mart ayı değerinin kısmi de olsa geçen yılın üzerinde olması, bu yılın ilk çeyreğindeki sınırlı düzeydeki hareketliliği göstermektedir. Ekonomi noktasında bir diğer önemli unsur hiç kuşkusuz işsizliktir. Son açıklanan rakamlar ile son 7 yılın en yüksek değerine ulaşan işsizlik rakamları kafalarda bir soru işareti oluşturmuştur. Türkiye’nin büyümesine rağmen istihdam sorunu bugüne ya da bu döneme has bir sorun olarak karşımıza çıkmamaktadır. Türkiye ‘istihdam yaratmayan büyüme’ olgusu ile 2000’e girerken tanışmış ve bu durum 2016 senesinde de devam etmiştir” açıklamasında bulundu.

İstihdam seferberliği

Son dönemde Türkiye’nin enflasyon ile birlikte kronik sorunlarından birinin işsizlik olduğunu söyleyen Özdebir, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı ile başlayan ‘istihdam seferberliği’nin bu sorunu çözmeye yönelik en önemli adım olduğuna vurgu yaparak, “7 Şubat’ta başlatılan istihdam seferberliği kapsamında 800 binin üzerinde yeni istihdam rakamına ulaşılmış olması, bu adımın yıl sonuna kadar önemli bir etki yapacağının en net göstergesidir. Bildiğiniz üzere Türkiye’nin işsizliği artırmadan aynı istihdam seviyesini yakalayabilmesi için yaklaşık her sene 1 milyonun üzerinde iş imkanı oluşturması gerekmektedir. Diğer taraftan bu istihdamın sektörel dağılımı da önemlidir. Türkiye sanayi sektöründeki istihdamı artırdıkça ve bunu sürdürülebilir hale getirdikçe, Türkiye ekonomisi sağlam temellerde büyümeye devam edecektir. Ne yazık ki 2016 senesine sanayideki istihdam 36 bin kişi azaldı. Bu noktanın üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekmektedir. Diğer taraftan Türkiye istihdam modelini son dönemde ciddi bir yükseliş gösteren inşaat sektörü üzerine inşa etmiş durumdadır. Sektörel büyüklükler bize bunun nasıl gerçekleştiğini söylemektedir. Buna göre 2002 senesinde inşaat sektörünün büyüklüğü, sabit fiyatlarla imalat sanayinin yüzde 31’i iken 2016 senesinde bu oran yüzde 46’ya yükselmiştir. Bu inanılmaz yükseliş, kısa vadede getirisi olmakla birlikte uzun dönemde Türkiye’nin ekonomik yapısında ciddi bir kırılma oluşturacağı kesindir. Türkiye imalat odaklı olmaktan uzaklaştıkça uzun vadede kaybeden yine Türkiye ekonomisi olacaktır” dedi.

Özdebir, Türkiye ekonomisini etkileyebilecek bir diğer unsurun ise AB ile olan ilişkiler olduğunun altını çizerek, “Bildiğiniz gibi çok uzun zamandır AB’nin Türkiye’ye verdiği sözleri tutmasını bekliyoruz ancak ne yazık ki bu noktada ne AB kurumlarından ne de AB ülkelerinden beklediğimiz desteği göremedik. Referandum öncesinde yaşananlar AB ülkeleri ile olan ilişkilerimizi iyice germiştir. Ancak son yapılan açıklamalar Türkiye’nin halen AB’ye tam üyelik hedefini sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Zira AB ve AB ile ekonomik ilişkiler, Türkiye ekonomisi açısından bugüne kadar çok önemli bir katalizör vazifesi görmüştür. Bugün dinamik bir Türkiye ekonomisinden bahsediyorsak bunun arkasında yatan en önemli unsurların başında Gümrük Birliği gelmektedir. Gümrük Birliği anlaşmasının başlangıcındaki kimi kaygılara rağmen bu süreç uzun vadede Türkiye sanayisinin daha rekabetçi bir yapıya kavuşmasına imkan tanımıştır. AB’nin üye olmayan bir devlet ile gerçekleştirdiği ilk işleyen Gümrük Birliği anlaşması Türkiye ile yapılmıştır. Bu açından Türkiye 1995 yılında daha önceden tecrübe edilmeyen ekonomik bir sürece dahil olmuş ve bu süreçten ekonomik anlamda Avrupa ve dünya ekonomisine eklemlenmek sureti ile daha rekabetçi bir yapı ile çıkmıştır” ifadelerini kullandı.