Yaşamımızın her alanında hızlı dönüşümler yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Pandemiyle başlayan ve hala devam eden hızlı dönüşüm, çalışma alışkanlıklarımızı kökten değiştirdi. Bu değişim, beraberinde iş-yaşam dengesi üzerine yeni soru işaretleri ve çözüm arayışını getirdi. Peki, yeni çalışma düzenlerimiz, bize eskiyi aratıyor olabilir mi?
İş dünyasına baktığımızda jenerasyon olarak halen birkaç neslin bir arada bulunduğu organizasyonları görmekteyiz. X kuşağı ile z kuşağının bir arada çalışmasını insan kaynakları çalışanları olarak organize ediyoruz. Ancak bununla beraber bu iki farklı nesli aynı ortak noktalarda buluşturup, ekip ruhu oluşturma çabasının aslında ne denli zor olduğunun da farkındayız. Bir de üzerine gelen yeni çalışma şekillerine, disiplin odaklı X kuşağını ikna etme kısmı eklenince işler biraz daha karışıyor. Ama dönüşüm her yerde… Bu sebeple; bir yandan yeni kuşak çalışanlarımız için doğru işveren markasını oluştururken diğer yandan da tecrübeli ve artık yönetsel pozisyonlarda bulunan bir önceki nesil çalışanlarımızı da değişime ortak etmemiz ve bu anlamda motive olmalarını sağlamamız gerekiyor.
İş – yaşam dengesi bence 2025 yılının da insan kaynakları konularının başında yer alacak. İş ve yaşam dengesi, sadece bir bireyin mutluluğu için değil, şirketlerin uzun vadeli başarısı için de kritik bir etken. Değişen çalışma koşullarının da bir yandan bize eskiyi arattığını düşünmekteyim. Pandemi öncesi döneme baktığımda değişen koşullar elbette olsa da, işten çıkarken bilgisayarlarımızı ofislerimizde bıraktığımız, hafta sonları ekran açmadığımız dönemlerdi. Şimdi ise esnek çalışma koşullarının hayatlarımıza entegre olduğu bir çalışma döngüsü içerisindeyiz. Aslında bir çoğumuz artık 7/24 çalışıyoruz. Telefonlarımızın ve bilgisayarlarımızın yanımızda olduğu ve her zaman ulaşılabilir olduğumuz bir dünya da ofiste olmamak iş-yaşam dengemizi korumuyor. Sağlıklı olmadığını düşündüğüm bu durum ilk başlarda çalışanların yüksek çıktılar üretmesini sağlarken zamanla yaratıcılığı ve motivasyonunu azalttığı birçok araştırma sonucu ile kanıtlandı.
Gerçekten ince bir dengenin olduğu bu süreçleri hem değişime ayak uydurarak hem çalışanları motive ederek nasıl dönüştürebiliriz?
“Erişilebilirlik sınırları” politikaları oluşturmak çalışanları sistem içerisinde güvenli alan oluşturmaları için destekleyecektir. Bu politikalar, çalışanların iş dışında belirli saatlerde iletişimden muaf tutulmasını sağlar. Örneğin, akşam saatlerinde ya da hafta sonlarında iş mesajlarına veya e-postalarına cevap verme zorunluluğunu ortadan kaldırarak, bireylerin dinlenme sürelerini daha etkili değerlendirmelerine olanak tanır. Böylece hem fiziksel hem de zihinsel yenilenme sağlanabilir.
“Eğitim ve farkındalık” programları ile çalışanların kişisel zaman yönetimi becerilerini geliştirmeleri üzerine odaklanabiliriz. Bu farkındalık eğitimleri yönetsel pozisyonlarda oldukça önemli değişimlere neden olacaktır.
Kurum içerisinde aile dostu politikaları benimsemek (ebeveyn izni, çocuk bakım desteği vb.) gibi uygulamalar ile çalışanların yanlarında olduğumuzu, değer verdiğimizi gösterebilir. Kurum aidiyetine odaklanarak motivasyonu da artırabiliriz.
Dengeli bir iş hayatı yalnızca çalışan mutluluğunu artırmakla kalmaz, şirketlerin sürdürülebilir başarısının da temel taşını oluşturur. Hep birlikte, bu dengeyi kurabileceğimize inanıyoruz.
Zeynep Erçağlar
İnsan Kaynakları Direktörü