Ağaç işleme makineleri sektöründe ithalatçı kimliğiyle 35 yıla yakın zamandır çalışan Bülent Esen, sektörün dinamiklerini ve gelişimini yakından tanıyor. Sektörde bugüne kadar 2-3 senenin üzerinde bir durgunluk yaşanmadığına dikkat çeken Esen, geleceğe yönelik olumlu görüşlere sahip. Sektörün 3. yılını yaşadığı durgunluktan artık çıkma arifesinde olduğuna inanan Esen, “Yeni yılda sektörü daha hareketli günler bekliyor. Sektördeki firmalar da 2018’e kendini hazırlamalı” mesajını veriyor.
Turhan Makine San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdürü Bülent Esen’in, ağaç işleme makineleri sektörüyle tanışıklığı, dayısının 1968 yılında kurduğu şirkete dayanıyor. Almanya’dan Makine Yüksek Mühendisi diplomasını aldıktan sonra, çalıştığı firmaların mümessilliklerini alarak Türkiye’ye dönen dayısı Nural Turhan’ın yanında, bir yandan çalışıp bir yandan da eğitimini tamamlayan Bülent Esen, ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden 1984 yılında mezun olduğundan beri şirketin yönetiminde görev alıyor.
Türkiye’de ağaç işleme makineleri sektörünün hemüretici hem de ithalatçı kısmında yaşanan gelişmeleri yıllardır yakından takip etme fırsatı bulan Bülent Esen’in, pazarda edindiği tecrübe ışığında geleceğe yönelik birçok öngörüsü var. Bunların içinde sektörü kısa vadede ilgilendireni ise, artık durgunluğun biteceği yönünde. Sektörün birkaç yıldır yaşadığı durgunluktan en kısa zamanda çıkacağına inanan Bülent Esen, “Sektör 2 yıldır duruyor, 3. yılın içindeyiz. Artık sektör yeni yatırım konusunda ihtiyaç hissediyor. Bu nedenle durgunlukta artık sonun sonuna gelindi. Ben 2018’de sektördeki siparişlerin ve piyasanın canlanacağını düşünüyorum. Yeni yılda sektörü daha hareketli günler bekliyor. Sektördeki firmalar da 2018’e kendini hazırlamalı diye düşünüyorum” diyor.
Türkiye’deki makine sektöründe artık otomasyon kullanımının zorunluluk haline geleceğine ilişkin de fikirlerini aktaran Bülent Esen, bu gelişmenin de ithalatçı firmaların Türkiye’ye getireceği makine seçimini etkileyeceğini savunuyor. “Sektörün gelişimi öyle bir noktaya geliyor ki ya hız, ya teknoloji, yada otomasyon olmadıkça, Türkiye’de o makineyi satma şansı artık azalıyor. Çünkü geri kalan her özellikteki makine, yerli üreticiler tarafından yapılabiliyor. Bu nedenle artık makine ithalatında kriter; otomasyon, hız ve teknoloji ile bağlantılı makineler üzerine olmalı” tavsiyesinde bulunan Esen, ithalatçı firmaların bu özellikler dışında getirecekleri makinelerde şanslarının çok az olduğunu vurguluyor. Yaptığımız röportajda firma faaliyetleri hakkında bilgi veren Bülent Esen, sektörün gelişimine yönelik görüşlerini ise şöyle aktarıyor:
Öncelikle sizi tanıyalım, şahsınızı ve firmanızı anlatır mısınız bizlere?
1968 yılında dayım Nural Turhan tarafından kurulan Turhan Mühendislik, faaliyetlerine 2006 yılından bu yana Turhan Makine olarak devam ediyor. Dayım Almanya’da okuyup çalıştıktan sonra, çalıştığı firmaların mümessilliklerini alıp 1968 yılında Türkiye’ye geri dönüş yaptı. O dönemlerde ne lisan bilen ne de mühendis olan vardı Türkiye’de. Ana konusu havalandırma-ısıtma-klima olmakla birlikte Almanya’da hep ahşap sektöründe çalışmış olan dayım, o nedenle de Türkiye’de ahşap sektörüne yönelik bir firma kurdu. Ben de, onun Türkiye’ye döndüğü yıl Ankara’dan İstanbul’a Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak okumaya gelmiştim. Eğitimim sırasında haftasonları onda kalıyordum. Liseden sonra yine eğitimim nedeniyle Ankara’ya döndüm. ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldum. 1984 yılında üniversiteyi bitirip tekrar İstanbul’a geldim ve dayımla birlikte bilfiil çalışmaya başladım. Benim şirkete gelmem firmaya dinamizm getirdi. Dayım eşiyle birlikte şirketin kurulumundan büyümesine kadar büyük emek harcadı, benim de mezun olup aralarına katılmam şirketin gelişimine itici güç oldu diyebilirim. Üniversitenin son sınıfındayken bile, arada kaçıp Ankara’da Betopan fabrikasındaki makine kurulumlarımıza destek veriyordum. O zamandan beri işin içindeyim. Benim için firma çok değerli bir staj yeri oldu aslında. Hem sektördeki ticaret hayatını, hem de fiilen işleyişi daha okuldayken görme tanıma fırsatım oldu. Okuldan mezun olduktan sonra direkt firmadaki görevime başladım.
Firma olarak, o yıllarda hangi markalarla çalışıyordunuz?
Firmamız, plaka endüstrisinde aktifti ilk zamanlarda. Sunta, suntalam fabrikalarını kuran makine imal eden firmaların mümessilliğini yapıyorduk. Hepsi Alman olan bu firmaların da Türkiye pazarına ilk girişleri bizim firmamız üzerinden olmuştu. Pazar o zaman inanılmaz boş olduğu gibi, şartlar da çok zordu. O dönemlerde Devrektaş, Ayancık yonga levha fabrikaları, Giresun’daki KÖYKOBİR’in, Orma 2. hattının, Çamsan’ın 2. MDF hattının, Tepe Grubu’nun Ankara’daki Betopan çimentolu yonga levha fabrikası ile devlete ait Arhavi’deki çimentolu yonga levhası fabrikasının kuruluşunu yaptık. Bununla birlikte ahşap sanayiinde kaplama kesme-ekleme makineleri konusunda da çok satış ve kurulum yaptık. Bunun yanında da bu sektördeki önemli diğer bazı firmaların mümessilliğini yapıyorduk. Bunların içinde ağırlıklı olarak çalıştığımız plaka tesisleri kuran Alman Bison firması, emprenye tesisleri kuran D.Babcock ve pres hatları kuran Wemhöner firmaları idi.
Homag Grubu ile tanışmanız nasıl oldu peki?
Bison, 1988 yılında kapandı. Bunun üzerine Bison firmasında olan ve bizimle daha önce bir fabrika kurulumunda çalışan bir Alman mühendis, Homag firmasına geçiş yapmış. Kendisi bizi arayıp bize dolaylı teklifte bulundu, bunun üzerine de iki firma arasında görüşmeler başladı ve 1989 yılında Homag Grubu’nun Türkiye’deki mümessili olma konusunda anlaşmaya vardık. Homag Grubu 1970’li yıllarda Kelebek Mobilya’ya anahtar teslimi fabrika kuran firmadır. Yani Türkiye pazarını tanıyor ve biliyordu. Bizimle birlikte ise Türkiye pazarına ciddi bir giriş yaptı. Mümessilliği aldıktan hemen sonra ilk olarak Ankara ve İstanbul’da birer sempozyum düzenledik. Böylelikle Homag’la işbirliğimizi pazara anlatmış olduk. Plaka üreticilerinin plaka sattığı müşteriler de artık bizim müşterimiz oldu.
O günden beri işbirliğiniz sürüyor mu?
Evet, Homag ile birlikte 28 yıldır çalışıyoruz. Türkiye’deki tek mümessili biziz. Homag, 50 yılı aşkın bir süre önce bir demirci ustası ile bir işletmeci olan iki Alman arkadaşın küçük bir atölyede birlikte kurduğu bir şirket. Bugün ise, ahşap işleme endüstrisi ve ticareti için dünyanın önde gelen makine ve sistemleri üreticisi konumunda. Global bir oyuncu olarak, satış ve servis şirketlerinin yanı sıra uluslararası üretim tesislerini de yürütüyor. Yaklaşık 6 bin çalışanı, 100’den fazla ülkede varlığı ve küresel pazarda yüzde 30 civarında payı var. Müşterilerimiz ev ve büro mobilyaları, mutfaklar, parke ve laminat parkeler, pencereler, kapılar, merdivenler ve hatta prefabrike ahşap çerçeve binaları üretmek için Homag Grubu’ndan ileri teknoloji makineler ve sistemler kullanıyor. Mevcut makine ve sistemler, ticari işletmeler için tekil makinelerden, son derece sanayileşmiş, bireysel mobilya üretimi için komple, ağa bağlı üretim hatlarına kadar uzanıyor. Plaka endüstrisindeki kesme, bantlama ve delme gibi en temel makinelerin dışında, daha teknolojik ve katma değer sağlayan otomasyon, montaj, paketleme makine ve hatları da verebiliyoruz.
Gelecek döneme ilişkin yeni makineler portföyünüze eklenecek mi?
Daha önce mümessilliğini aldığımız başka yabancı firmalar vardı portföyümüzde. Ancak Homag’ı ön plana aldığımız için zamanla elemek zorunda kaldık. Homag yakında ahşap grubu makinelerini piyasaya sürmeye başlıyor. 2015 yılında el değiştiren Homag Grubu’nu, çok daha güçlü bir yapıya sahip olan Alman Dürr firması satın aldı. Bunun ardından da, bugüne kadarki ürün grubuna Dürr firmasının katkılarıyla ahşap grubuna ait makineler de eklendi. Profil makineleri, yüzey laminasyon makineleri, boyama makineleri, bu yeni makine gruplarını oluşturuyor. Homag bu yıl Ligna fuarında bu ürünlerin lansmanını yaptı.
Biraz sektörden ve piyasadan konuşmak gerekirse, son yıllarda Türkiye pazarındaki satışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçen yılki ciromuz 12 milyon Euro idi. Genelde yıl sonlarını 15-16 milyon Euro civarında ciro ile kapatırdık. Bir tek 2011 yılında 33 milyon Euro’ya kadar çıkmıştık. Bu yıl da geçen yılki ciroyu elde edeceğimizi düşünüyorum. 2017’de iki önemli projemiz sebebiyle yılı sorunsuz kapatacağız.
Yıl sonu ciro beklentiniz nedir?
Geçen yılki ciromuz 12 milyon Euro idi. Genelde yıl sonlarını 15-16 milyon Euro civarında ciro ile kapatırdık. Bir tek 2011 yılında 33 milyon Euro’ya kadar çıkmıştık. Bu yıl da geçen yılki ciroyu elde edeceğimizi düşünüyorum. 2017’de iki önemli projemiz sebebiyle yılı sorunsuz kapatacağız.
Pazarın büyümesini tetikleyen ne olur?
İnşaat sektörü yürüdükçe bizim sektörümüz de yürüyor. Kentsel dönüşüm projeleri bizi olumlu etkiliyor. Fason imalatın artması makine satışlarını artırıyor. Kentsel dönüşüm ileriki dönemde de bizi canlı tutacak diye düşünüyorum.
Peki gelecek döneme ilişkin öngörülerinizi sorsak, neler söylersiniz?
Sektör 2 yıldır duruyor. Ne yazık ki 2 yıldır ülkemizde süren durgunluk sebebiyle piyasamızda çok kötü performanslara şahit olduk. Ancak bu kadar ilerlemiş bir sektörün bu kadar uzun süre duraklaması bence mümkün değil, dolayısıyla bu yılki TÜYAP İstanbul fuarında hareketlenmenin hızlanacağını ümit ediyorum. Sektör artık harekete geçme ihtiyacı hissediyor. Zaten geçmişe dönüp baktığımızda, 2-3 senenin üzerinde sektörde bir krizin yaşandığını görmek mümkün değil. Ben artık durgunlukta sonun sonuna gelindiğini düşünüyorum. O kadar farklı ve sıkıntılı dönemler yaşandı ki o nedenle 3. seneye kadar durgunluk sarktı. Yoksa sektör bu kadar durgun kalmazdı. Ben 2018’de bir hareketlilik bekliyorum. Çünkü bu sektör duramaz, 2 yıl hiç yatırım yapmazsanız bu geri dönüşü zor bir durum yaratabilir firmalar için. Bence durgunluk sonlanıyor. 2018’de sektörü daha hareketli günler bekliyor. Sektördeki firmalar da 2018’e kendini hazırlamalı diye düşünüyorum. Yatırım yapın ki işler açıldığında hazır olun.
Dünyada otomasyon, Endüstri 4.0 konularında hızlı bir rüzgar esiyor. Türkiye’de makine kullanımında otomasyon ne kadar yer edindi? Gelecek dönemde bu alanda nasıl gelişmeler yaşanması muhtemel sizce?
Dünyada otomasyon ve software çok ilginç noktalara geliyor. Türkiye bundan ne kadar çok faydalanırsa o kadar iyi. Türkiye’de modüler mobilya fabrikalarında arka arkaya 2 çift taraflı ebatlama+bantlama makinesinden oluşan hatta sahip olan 20 kadar firma var. Buralarda daha önce dakikada 6 seferlik otomatik besleme/istifleme işlemleri yapılabilirken, bu rakam son yıllarda 14 sefere kadar çıktı. Bu miktar dünyada 18-20 sefere kadar ulaşmış durumda. Türkiye’deki bu gelişme otomasyonda nasıl bir değişim yaşandığını da gösteriyor. Örneğin Homag’ın parke hatları dakikada 30 parça yaparken şimdi 240 parçaya kadar çıktı. Gözle takip edilemeyecek kadar hızlı bir otomasyona sahip. Türkiye’de de bu kadar hızlı otomasyon kullanan firmalarımız var. Ancak son iki yıldır otomasyona ilgi konjonktürel durum nedeniyle biraz azaldı, hatta geriye gidiş bile hissediliyor. Ancak bu konuya uzun vadeli bakmak lazım, hâlâ işçi maliyetleri su kaldırır gibi gözükse de firmaların geleceğe yönelik otomasyona yönelmesi muhakkak gerekiyor. Gelecekte otomasyona ilgi artmak zorunda. Sektörde otomasyon konusunda dünyadaki gelişmelere bağlı olarak bir gelişim yaşanacağını düşünüyorum. Firmalar da bu sürece uyarsa kazançlı çıkar. Herkese yeni dönemde başarılar diliyorum.
Otomasyonun bu kadar çok konuşulduğu bir dönem ve ortamda, bundan böyle Türkiye pazarına nasıl makineler ithal edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? İthalatçı firmalar Türkiye’ye hangi özellikte makineler ithal etmeli?
Türkiye’deki makine gelişimi öyle bir noktaya geliyor ki hakikaten ya hız ya teknoloji yada otomasyon olmadıkça, Türkiye’de o makineyi satma şansı azalıyor. Çünkü geriye kalan her özellikteki makine, yerli üretici tarafından yapılabiliyor. İthalatın özelliği otomasyon, hız ve teknoloji ile bağlantılı olmalı. Sektördeki ithalat bu 3 ayak üzerine kurulmalı. Bu özellikleri barındıran makinelerin Türkiye’ye ithal edilmesi ve böylece sektörün de gelişmesinin sağlanması gerek. İthalatçı da ancak bu şekilde şans bulur. Otomasyon sadece hız değil tabi, makinelerin birbirleriyle de iletişimi önemli. Bu konuda proje satın alan Türk firmaları var. Türk mühendisliği meraklı ve esnek. Bu da ihtiyacı saptamayı ve yurtdışından ihtiyacı edinmeyi sağlıyor. Türkiye’nin Sanayi 4.0 ile ilgili daha çok bilgi edinmesi ve bunu zaman kaybetmeden de hayata geçirmesi gerektiğini düşünüyorum.
İthalatçılar arasında nasıl bir ilişki var Türkiye pazarında?
Türkiye ithalat pazarındaki büyük gruplar içinde yıllar içinde sağlanmış olan güzel bir iletişim ve dostluk var. Kendi içimizde işbirliği yapıp gerektiğinde birbirimize destek oluyoruz. Rekabet olmasına rağmen kendi aramızda bir uyum var. Birbirimizin ayağına basmadığımız gibi, sıkıntılı durumlarda kendi aramızda destek bile isteyip aldığımız durumlar oluyor. Bu çok önemli bir başarı bence.
İthalat konusunda sıkıntılar yaşanıyor mu?
Biz teknolojisi eskimiş 2.el makinelerin Türkiye’ye girmesine taraftar değiliz. Önceleri bu makineler çok kolay bir şekilde getirilebiliyordu, ancak alınan önlemler sayesinde bu artık engellendi.
Biz yeni makineleri satarken bile ülkemizin makine mezarlığına dönmesini istemiyoruz, ikinci el satışında daha bir dikkatli olmak gerek. Çünkü ikinci el makine konusunda birçok risk var. En basitinden örnek vermek gerekirse, bir makinenin kumanda sisteminin güncelliği 10 senedir, bu bozulduğu zaman onu tamir etmek çok zordur. Ayrıca Türkiye’de üretilenin ithal edilmesine hatta ikinci el olarak ithal edilmesine ne gerek var? Bu nedenle ikinci el makine ithalatına karşıyım ve alınan engellemeleri de doğru buluyorum.
Sektörde düzenlenen fuarların yıllar içindeki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
TÜYAP Fuarı’na sanıyorum 1995 yılından beri katılıyoruz. Eskiden fuarlar ürün görüp kişi tanımak için daha önemliydi. Ahşap sektörünün 1 numaralı fuarı herkesin kabul ettiği gibi Ligna-Almanya’dır. Eskiden 2 numara İtalya idi. O artık eski önemini kaybetti. Almanya’da iki yılda bir yapılan Nürnberg’teki fuar ise son yıllarda daha hızlı büyüdü ve gelişim gösterdi. ABD ve Çin’deki fuarların yanı sıra Türkiye’deki fuar da giderek önem kazanıyor. Fuarlar, ülkelere ve o ülkenin pazarına bölgesel liderlik sağlıyor. Etrafımızda hem Müslüman ülkelerin olması, hem de Türki Cumhuriyetlerin bulunması açısından önemli bir merkez durumundayız. Etrafımız birlikte çalışabileceğimiz ülkelerle çevrili. Öte yandan Avrupa için de bu bölgelere ulaşma konusunda kapı olma özelliğine sahibiz. Bu da TÜYAP fuarına katılımcı ve ziyaretçi sayısında rekorlar kırılmasını sağlıyor. Türkiye’deki fuarlar önem kazanmaya devam ediyor, hatta büyüyor. İstanbul’daki fuarın yanı sıra İzmir’de de bu yıl sektör bir fuar düzenledi. Bu fuarların sektördeki gelişmelere katkı sağladığını düşünüyorum.
AİMSAD sektörde 3 yıldır faaliyet gösteriyor. Dernek bu süre zarfında sizce nasıl bir boşluğu doldurdu?
Sektördeki en büyük eksiğimiz dernek idi. Onu da AİMSAD sayesinde giderdik. Derneğimiz beklediğimizden çok daha hızlı ve iyi bir gelişim gösterdi. Özellikle fuarlarla ilgili yaşanan sorunların giderilmesinde çok büyük fayda sağladı. Sektör adına bir muhatabımız oldu. Aynı zamanda uluslararası platformda kendini kabul ettirip yetki alması da AİMSAD’ın çok önemli başarıları arasında yer alıyor bence. Mesleki eğitim çalışmaları ve İzmir’deki fuarda yapılan sempozyum çok başarılı oldu, bunun tekrarlanması ve devamının olması gerek. Personelin, makinelerin ve servisin sertifika alması konusunda da çalışma yapılması gerekiyor. Derneğin ikinci yönetim döneminde de ilk etapta olduğu gibi hızlı ve başarılı bir süreç geçireceğine inanıyorum.
“Bazı makinelerde ithalatın artık olmaması bizi ülkemiz adına gururlandırıyor”
1989 yılından itibarin Ligna fuarına katılmaya başladık. O dönemde küçük makinelerde satabiliyorduk ama bugün yerli makine imalatının gelişmesi nedeniyle bazı branşlarda hiçbir şekilde satış yapma şansımız kalmadı. Türkiye’de makine sektörü son dönemde çok ciddi bir gelişim gösterdi. Türkiye’de çok güzel makineler üretiliyor. Bu da bizi aslında ülkemiz adına gururlandırıyor. Biz pazara girdiğimizde ağaç işleme makine üreticisi çok azdı. Kemikleşmiş firmalar vardı. O zamandan bu zamana sektör çok değişti. Bilgiye erişebilmekten ve yaşanan gelişmelerden dolayı bazı ithal ürünlerin önü bile kesildi. Ancak biz bundan mutsuz değiliz, hatta teknolojinin gelişmesi bizi mutlu ediyor.