Ahşap yapılar, çevre dostu özellikleri ve karbon depolama gücüyle dikkatleri üzerine çekmiş durumda. Betonarme yapılara güçlü bir alternatif olan bu yapılar, Türkiye’nin Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmasında kritik bir rol oynuyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Prof. Dr. Yusuf Serengil ile ahşap yapıların karbon yönetimindeki etkisini, sürdürülebilir orman politikalarını ve çevresel faydalarını konuştuk.
Ahşap yapılar karbon depolama kapasiteleri, çevre dostu yapıları ve doğal kaynakların verimli kullanımıyla, sürdürülebilir bir geleceğin inşasında önemli bir rol üstleniyor. Betonarme yapılara güçlü bir alternatif sunan ahşap, hem karbon emisyonlarının azaltılmasına katkı sağlıyor hem de uzun ömürlü kullanımıyla çevresel faydaları artırıyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Prof. Dr. Yusuf Serengil, ahşap yapıların doğru ve uzun ömürlü kullanımının Türkiye’nin karbon hedeflerine ulaşmasında hayati bir rol oynayacağını belirterek, ormandan elde edilen odun ürünlerinin uzun ömürlü olarak değerlendirildiğinde atmosferdeki karbonu depoladığını ve çevreye önemli faydalar sağladığını vurguladı.
- Ahşap yapıların sürdürülebilirlik ve çevre dostu yapı sektörü açısından önemi giderek artıyor. Sizce ahşap yapıların yaygınlaşması hem çevresel hem de ekonomik açıdan nasıl bir dönüşüm sağlayacak?
Paris Anlaşması ve Türkiye’nin geçmişten gelen iklim taahhütleri çerçevesinde her yıl düzenli olarak ulusal sera gazı envanter raporları hazırlıyoruz. Bu raporlamalarda iki önemli noktaya odaklanıyoruz; birincisi, ekosistemlerimizin özellikle ormanlarımızın ve mera, sulak alan gibi diğer arazilerimizin yıllık karbon tutma miktarını hesaplıyoruz. İkincisi ise ormandan elde edilen odun ürünlerinin hesaplandığı karbon havuzuna bakıyoruz. Örneğin, ormandan bir üretim yaptığımızda bu durum doğrudan atmosfere bir emisyon olarak yansımıyor. Bunun yerine, bu ürünler odun ürünleri havuzuna giriyor ve bu ürünlerdeki karbon depolanmış oluyor. Burada önemli olan, odun ürünlerini nasıl kullandığımız. Eğer odun hammaddesini kağıt yerine inşaat malzemesi ya da mobilya gibi uzun ömürlü ürünlere dönüştürebilirsek, karbon stoklarımızı daha uzun süre koruyabiliriz. Bu konuda uluslararası standartlar var. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) belirlediği değerlere göre, yonga levha gibi ürünlerin yarı ömrü yaklaşık 20 yıl, masif yapıların ise 30 yıl kabul ediliyor. Kağıtta bu süre iki yıl. Türkiye’deki odun ürünlerinin büyük bir kısmı muhtemelen inşaat veya mobilya sektörlerinde kullanılıyor. Dolayısıyla, bu kullanım şekillerini ve ömürlerini daha iyi analiz edebilirsek, sera gazı raporlamalarında ülkemiz için avantaj sağlayabiliriz.
Karbonu ne kadar fazla depolayabilirsek, Paris Anlaşması taahhütlerimize uyma şansımız o kadar artar. Net sıfır hedeflerimiz doğrultusunda da bu, ülkemiz için büyük bir avantaj olur. Bu hedeflerimizi zaten 2030 İklim Eylem Planı’nda da vurguladık. Amacımız çok net; ürettiğimiz odunu en doğru ve en verimli şekilde kullanmak. Bunu yaparken odun ürünlerini uzun ömürlü ürünlere dönüştürmek ve döngüselliği artırmak. Yani hiçbir atık kaybı olmadan, üretilen her malzemenin tekrar sisteme kazandırıldığı bir model hedefliyoruz. 2024 ve 2025 yıllarında bu alanda yapılacak çalışmalara odaklanacağız. Şirketlere destek vererek, malzemelerin tekrar sisteme kazandırılmasını ve döngüselliğin artırılmasını sağlayacağız. Tüm bu eylemler, Türkiye’nin karbon pozitif uygulamalarını özel sektör bazında yaygınlaştırmak için önemli bir zemin oluşturuyor. Bu adımları hayata geçirdiğimizde, ülke olarak karbon raporlamalarımızda çok daha iyi bir konuma gelebiliriz.
“Doğal ormanlara müdahaleyi azaltmak için hızlı büyüyen türlerle odun üretimi artırılmak isteniyor”
- Türkiye’de sürdürülebilir orman yönetimi, ahşap yapı malzemesi temininde nasıl bir rol oynuyor?
Orman yönetiminde son yıllarda ekosistem hizmetlerine daha fazla odaklanma yönünde bir eğilim var. Odun üretiminden su üretimine, biyoçeşitliliğin korunmasına kadar farklı alanlara geçiş yapılması hedefleniyor. Önümüzdeki on yıllarda, odun amaçlı orman yönetimi yerine, diğer ekosistem hizmetlerine yönelik bir yönetim anlayışı benimsenmesi planlanıyor. Bu yaklaşım çeşitli durumları beraberinde getiriyor. Örneğin, su üretimi hedeflenirse, aynı süreçte odun üretimi de gerçekleşiyor. Bu durum orman idare süresini etkileyerek bazı durumlarda süreyi kısaltabiliyor veya uzatabiliyor. Burada önemli olan, odun üretimi ile diğer ekosistem hizmetlerinin birbiriyle uyumlu bir şekilde entegre edilmesi. Belli bölgelerde biyoçeşitlilik öncelikli olabilirken, diğer bölgelerde odun üretimine odaklanmak gerekebiliyor. Doğal ormanlara müdahaleyi en aza indirmek amacıyla, hızlı büyüyen türler kullanılarak odun üretiminin artırılması hedefleniyor. Genel strateji bu doğrultuda ilerliyor.
Türkiye’nin karbon raporlamalarında ise yalnızca kendi ürettiği odun hammaddesi dikkate alınıyor, ithal edilen hammaddeler hesaba katılmıyor. Bu durum, ithalatın karbon açısından sıfır emisyon olarak değerlendirilmesine neden oluyor. Tüm dünyada genel olarak orman teşkilatlarının uzmanlık alanı odun hammaddesi üretimi. Çünkü bu konuda tecrübe çok gerilere gider. Günümüzde ormanlarımızdaki artımın yaklaşık yarısı, hatta biraz daha fazlası, üretilerek sanayiye aktarılıyor. 2020-2021 döneminde üretim artışı gözlemlenirken, pandemi süreci sonrası bu artış yüzde 0,5 seviyelerine geriledi. 2022 ve 2023 yılı itibarıyla üretim değerlerinde bir miktar düşüş yaşandı. Burada asıl önemli olan, üretim miktarından ziyade üretilen hammaddenin nasıl kullanıldığı. Şirketlerden beklenti, eldeki hammaddenin en verimli şekilde değerlendirilmesi. Orman teşkilatı üretim yaparken, sanayi kuruluşlarının bu hammaddeleri etkili bir şekilde kullanması temel hedefler arasında yer alıyor.
“Avrupa’da bazı ülkelerde, inşaatların belirli bir oranında ahşap malzeme kullanımı zorunlu”
- Ahşap yapıların karbon ayak izini azaltmadaki rolü nedir? Bu katkının daha iyi anlaşılması için hangi adımlar atılabilir?
Paris Anlaşması’nda karbon ayak izi kavramı doğrudan yer almıyor, taraf ülkelerin ulusal bazda emisyonlarını hesaplayıp net sıfır hedeflerine ulaşmaları bekleniyor. Türkiye’nin de 2053 yılı itibarıyla karbon nötr hedefi söz konusu. Aynı şekilde bazı şirketler de saldıkları karbon ve tuttukları karbonu denkleştirerek net sıfır olmayı taahhüt ediyor. Karbon ayak izini azaltma konusunda bireysel çabalar önemli olsa da konuyu ulusal düzeyde ele almak ve genel karbon azaltımına odaklanmak daha doğru olur. İnşaat sektörü bu noktada büyük bir potansiyele sahip. Örneğin, betonarme bir bina inşa edildiğinde ortaya çıkan karbon salımı ile aynı kapasitede bir ahşap bina yapıldığında ortaya çıkan karbon salımı arasındaki fark, karbon faydası olarak ifade edilebilir. Betonarme bir binanın emisyonlarıyla, ahşap bir yapının sağladığı karbon azaltım faydası bilimsel çalışmalarla ortaya konulmalı. Ancak Türkiye’de ahşap yapıların ömrü, dayanıklılığı ve yangına karşı güvenliği gibi konularda hala bazı şüpheler bulunuyor. Bu nedenle, bilimsel verilere dayalı bilgilendirme yapılması ve medyanın bu süreci desteklemesi önemli. İnsanlar, ahşap yapıların sürdürülebilirliği, maliyeti ve dayanıklılığı konusundaki net bilgilere ulaşabilirse, bu tip yapılara olan güven artacak. Bazı ülkelerde ahşap kullanımı teşvik ediliyor. Örneğin Avrupa’da bazı ülkelerde, inşaatların belirli bir oranında ahşap malzeme kullanımı zorunlu. Türkiye’de de benzer şekilde politikalar geliştirilip teşviklerle desteklenirse, bu yaklaşım hem karbon azaltım hedeflerine katkı sağlar hem de inşaat sektöründe bir dönüşüm başlatabilir. Ahşap yapılar için maliyet avantajı ve teşviklerin sağlanması, karbon nötr hedeflerine ulaşmada önemli bir adım olacak.
“Karbon konusu orman ürünleri sektörüne yeterince entegre olmuş değil”
- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Hem şirketler hem de kullanılan malzemeler açısından bakıldığında, karbon konusu orman ürünleri sektörüne yeterince entegre olmuş değil. Sektörde bu konuda uzmanlaşmış kişi sayısının oldukça az olduğunu gözlemliyorum. Geçen üç yıllık İklim Eylem Planı hazırlama sürecinde bu sektörle ilgili teknik analiz ve raporların yeterli olmadığını gördük. Bakanlık düzeyinde de bu alandaki hesaplama ve planlamaların sınırlı kaldığını düşünüyorum. Ayrıca şirketler düzeyinde karbon hesaplamaları konusunda farkındalık ve kapasitenin yetersiz olduğunu söyleyebilirim. Bu durum, sektörde kapasite artırımı ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmasını gerekli kılıyor. Orman ürünleri sektörü, karbonla doğrudan bağlantılı en önemli sektörlerden biri. Kuru odunun yaklaşık yarısının karbon olduğunu düşünürsek, bu sektörün iklim değişikliği ve karbon yönetimi konusunda çok daha etkin bir rol üstlenmesi gerektiği açık. Sektörün daha bilinçli, etkin ve iklim değişikliği konularında daha hazırlıklı hale getirilmesi hem çevresel hem de ekonomik anlamda önemli katkılar sağlayacak. Bu konuda daha fazla çalışma ve uzmanlaşma gerektiği kanısındayım.