Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Türk iş dünyasının şu an en büyük problemlerinin başında vize meselesi gelmeye başladı. Bir seyahatten değil, iş yapmaktan söz ediyorum. Malı serbest dolaşanın kendisinin gidemediği, gitse de fuara personelini götüremediği bir açmaz içinde çare arıyoruz.

Bu meselenin elbette ülke politikalarıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Bir iş insanın bunu tek başına yönetebilmesinin ve değiştirebilmesinin olanağı yok. Dış ilişkiler açısından meselenin bu boyutunu yetkililere bırakıp, ‘Ben ne yapabilirim?’ sorusunun peşine düşülmesi gerekir.

Öncelikle firma özelinde de buna karşılık yapılabilecekler sınırlı. Çok tesadüfi ve özel durumlar dışında genelde firmaların bunu tek başına aşabilmesi mümkün değil. Ama sektörel güç burada devreye girerse, bir yan kapı bulunabilir.

Bu kapsamda anahtar lobicilikten geçiyor. Ülkemizde genellikle lobi kavramı negatif bir algıya sahiptir. Ama esasen dünyanın her yerinde uygulanan, öne çıkmayı sağlayan başlıklardan biri.

Sadece vize konusunda değil, her konuda sürdürülebilir bir lobi anlayışı, bağlı bulunulan uluslararası mesleki federasyonlar burada devreye sokulmalıdır. Bu konuda sektörler derneklerine tam yetki vererek, birebir görüşmelerini sıklaştırmalı, hatta muhatap tarafın sektörel dernekleriyle de ilişkiler güçlendirilmeli.

Bir an için ‘Rakibim bana niye yardım etsin?’ diye düşünenler olabilir. Öncelikle birlikte olmanın getireceği kazançları anlatarak işe başlayabiliriz. Fakat tamamen haksız bir itiraz diyemem.

Bu nedenle tedarikçisi olunan sektörlerin dernekleriyle iletişime geçmek lazım. Türkiye, her ne kadar rekabet aşamasında bir başka coğrafyanın firmalarıyla mukayese ediliyor ve fiyatlar bu noktalarda baskılanıyor olsa da, şu herkesin kabul edeceği bir gerçek ki hem fiyatları hem de kalitesiyle optimum noktanın tarifi konumunda.

İşte bu gücü iyi kullanmalı ve buradan değil, pazar ülkelerdeki müşterilerin bulunduğu dernekler üzerinden kendi hükümetlerine baskı yapmayı denemeliyiz. Bilhassa Avrupalı, reel sektörünün eğilimleri konusunda hassas.

En yumuşak karın bu olduğuna göre de Türk reel sektörü birebir ikiz derneğinden değil, tedarik sağladığı sektörlerin dernekleri üzerinden bu baskıyı kurmalı. Bunun çok daha kısa vadede sonuç alınabilecek bir başlık olduğunu düşünüyorum.

Bir de orta ve uzun vadede hamle yapmak gerekir. O da Gümrük Birliği kapsamında ve AB üyelik süreci başlığı altında değerlendirilebilir. Avrupa hukuk coğrafyasıdır, söz konusu olan bir göç hareketi değil, birlikte iş yapma amacıdır.

Bu tezden yola çıkarak, Avrupa’da mesleki dernekler üzerinden, olayı yaygınlaştırmadan, devlet meselesi haline getirmeden, sektörler üzerinde bir hak arama kapsamında mahkemeye götürmelidir.

Hatta bunu yaparken, iş mahkemelerinden AİHM mahkemesine kadar çok kapsamlı dosyalar hazırlanmalı, hukukçularından destek alınmalı ve amacın iş yaptığı vurgusu öne çıkarılarak, hedeften ve konudan sapmadan nokta atışı davalar açılmalı.

İfade ettiğim gibi, devletler arası ilişkilere ve hamlelere etki edemezsiniz. Ama sektörel bazda, müşterilerini esas alarak kurgular oluşturabilir, hukuk argümanıyla da sektörel bazda hak aramaya yoluna gidilebilir. Şu an için tek çare bu gözüküyor.