Türkiye ve dünyadaki para piyasalarını, döviz karşısında değer kaybeden Türk Lirasının yılın ikinci yarısında nasıl bir seyir izleyebileceğini yorumlayan Altın ve Para Piyasaları Uzmanı Mehmet Ali Yıldırımtürk, yılın ikinci yarısının da zorlu geçeceğine değindi. Gerek iç piyasalarda gerekse dış piyasalarda tedirginlik olduğunu belirten Yıldırımtürk, Çin’de devam eden tedarik sorunundan, Rusya-Ukrayna savaşına, enerji fiyatlarındaki artıştan hammadde sorununa kadar farklı birçok konunun ekonomiyi nasıl daha kırılgan bir yapıya soktuğunu değerlendirdi.

Sadece Türkiye’de değil tüm dünya ekonomilerinin yüksek bir enflasyonla karşı karşıya olduğunu belirten Altın ve Para Piyasaları Uzmanı Mehmet Ali Yıldırımtürk, mevcut para ve altın piyasalarını yorumladı. Yılın ikinci yarısı için bir tahminde bulunmanın zor olduğuna değinen Yıldırımtürk; “Hem uluslararası hem de iç piyasa genelinde baktığınızda, bilhassa dış piyasalarda çok yüksek likidite söz konusu, bunun da oluşturduğu bir enflasyon var. Gelişmiş ülkelerin merkez bankları enflasyona karşı mücadelelerini arttırmış durumdalar. Daha önce sürdürülebilir bir enflasyon olsun diye hayıflanırken ve bunu oluşturmaya çalışırken, şu anda kontrolden çıkmış bir durum söz konusu, o nedenle de faiz artırımları daha çok gündemde” diye konuştu.

  • Öncelikle şu an içinde bulunduğumuz para ve altın piyasalarını bize yorumlar mısınız? Piyasalar bize ne söylüyor?

Hem uluslararası hem de iç piyasa genelinde baktığınızda, bilhassa dış piyasalarda çok yüksek likidite söz konusu, bunun da oluşturduğu bir enflasyon var. Gelişmiş ülkelerin merkez bankları enflasyona karşı mücadelelerini arttırmış durumdalar. Daha önce sürdürülebilir bir enflasyon olsun diye hayıflanırken ve bunu oluşturmaya çalışırken, şu anda kontrolden çıkmış bir durum söz konusu, o nedenle de faiz artırımları daha çok gündemde. Bu da tabii doların bütün para birimleri karşısında güçlenmesine neden oluyor. Bugüne kadar gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, zaman zaman faiz artırımları yapsa bile bunun onlar için de çok yeterli olmadığını görüyoruz. Bugün yaşananlar da elbette Rusya-Ukrayna krizinin de büyük etkisi var. Özellikle Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlara karşı Rusya’nın enerji ile ilgili yaptırımları Avrupa’yı bu noktada daha da zorlamış durumda. Enerji fiyatlarındaki artış bizi de olumsuz etkiliyor, enflasyonu daha da tetikliyor. Zaten mevcutta bir enflasyon söz konusu. Bir de buna gıdadan ve enerjiden kaynaklanan enflasyon ekleniyor. Dolayısıyla piyasalarda bir belirsizlik ortamı hala devam ediyor ve bu belirsizlik ortamı bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Bizim işimiz Avrupa’ya, Amerika’ya ya da Uzak Doğu’ya göre biraz daha olumsuz. Gerekçesi ise bizim hem ithalat hem de ihracatta Ukrayna ve Rusya ile daha yoğun bir ticaretimizin olması. Dolayısıyla bu ülkelerin içinde bulunduğu jeopolitik gerginliğin bize de olumsuz yansıdığını görüyoruz. Tarımda yaşanan olumsuzluklar nedeniyle buğday ithalatçısı bir konuma geldik. Şu anda limanlarda gemiler buğday ile dolu ama hareket etmesi istenmiyor. Yeni ithalat pazarları konuşuluyor bunun yanında ihracatta da bizim yeni pazarlar aramamız söz konusu. İhracat konusunda sektörler çok aktif bir şekilde çalışıyor. Ama fiyat istikrarı olmadığı için hem dışarıdaki emtia fiyatları hem de içerideki döviz fiyatları ithalat ve ihracatçıları oldukça zorluyor. Diğer taraftan bizim döviz ihtiyacımız var.  Geçen sene 20 Aralık’ta döviz fiyatlarını hızlı bir yükselişe geçmesiyle beraber döviz fiyatlarını tutabilmek için kur korumalı mevduat sistemleri uygulanmaya başlandı. Bu bir miktar döviz fiyatlarını baskılasa bile en başta bahsettiğim üzere özellikle faiz artırımlarının devam edeceği yönündeki görüşlerin güçlenmiş olması dövizin daha fazla baskılanamayacağı bir ortama dönüştü. Dolayısıyla tüm bunları toparlayacak olursak gerek iç piyasalar gerekse dış piyasalar çok iyimser değil, bilakis tedirginlikler devam ediyor. Bu arada Çin’de pandemi ile ilgili kısıtlamaların devam ediyor olması, orada tedarik ile ilgili bir sıkıntı da oluşturmuş durumda. Diğer taraftan iklimsel değişim nedeniyle kuraklık beklentisi, gıda fiyatlarındaki önlenemez fiyat artışları, enerjideki fiyat artışlarının ekonomilere olumsuz yansımaları, ne zaman biteceği belli olmayan bir savaş bizi daha kırılgan ve daha tedirgin hale getiriyor. Vatandaş da bütün bunlara karşı parasının değerini korumak için kendi başının çaresine bakarak, yeni çareler arıyor. İşte böyle bir ortamdayız.

“YILIN İKİNCİ YARISINDA NE OLACAĞINI ŞU ANDA NET BİR ŞEKİLDE SÖYLEMEK OLDUKÇA ZOR”

  • Yılın ikinci yarısı için ön görüleriniz neler? Piyasalardaki artış devam edecek mi?

Ben dahil diğer finansçı arkadaşlarımın bu konuda net bir şey söylemesi mümkün değil. Hem içeride hem de dışarıda olağanüstü bir belirsizlik var. Alınacak önlemlerin de ne derece faydalı olacağını kestirmek bugünden zor. Amerikan Merkez Bankası yüzde 8-8,5’lara gelmiş yıllık enflasyonu düşürmek için her toplantısında 50 baz puan bir faiz artırımı yapsa bile, enflasyona karşı faizin reel getirisi daha mı yüksek olacak bunu kestirmek çok zor. Çünkü bir taraftan da enflasyonda hala yükseliş devam ediyor. Şu anda maliyet enflasyonu daha çok etkili diğer taraftan da yavaş yavaş talep enflasyonu da var Amerika’da. Kabullenilmiş fiyatlar var bizde, bu bakımdan yılın ikinci yarısında ne oluru şu anda net bir şekilde söylemek oldukça zor. Ancak varsayımlar üzerinden konuşabiliriz. Örneğin Amerika Merkez Bankası’nın haziran ayında yapacağı toplantıda 50 baz puanlık bir faiz artırımı yapacağı söyleniyor. Bunu Amerika Merkez Bankası başkanının açıklamalarından anladık. Eğer biz enflasyonu önleyecek bir durumda olmazsak daha fazla faiz artırabilir, yani faizin seviyesiyle enflasyonun seviyesini eşitleyip nötr yapabiliriz diyor. Bunun için de faiz artırımından çekinmeyeceklerini söylüyor. Fakat şöyle bir şey var; dünyadaki bütün gelişmekte olan ülkelerin borçlarının yüzde 80’i dolar cinsinden. Dolayısıyla bu faiz artırımları doları daha da yukarı taşırsa bu ülkelerin ekonomileri bu durumdan olumsuz etkilenir. Burada biraz daha güven ortamı sağlanarak, jeopolitik gerginliğin getirdiği tedirginlikler törpülenerek alınacak tedbirler sürdürülebilir ve faydalı olabilir. Yılın ikinci yarısı için bu gerekçelerle, bu yönde bir adım atılabilirse bir şeyler mümkün.

“TÜRKİYE’DE İTHALATA DAYALI İHRACAT MODELİ SÖZ KONUSU”

  • TL’de yaşanan değer kaybının önlenmesi mümkün mü? Neler yapılabilir?

Olumlu bir şey söylemek zor. Kısa süreli, günübirlik tedbirlerle süreç yönetilmeye çalışılıyor. Türkiye’de şu anda döviz ihtiyacı var. Bu çerçevede de bazı düzenlemeler yapılıyor. Liralaştırma diye bir konu var biliyorsunuz. Böyle bir şey yapmaya kalktığınız zaman da ithalatımızda da ihracatımızda da bozulmalar oluyor. Bizim ülkemizde sektörlere göre değişiklik göstermekle birlikte yüzde 70’e dayanan bir oranda ithalata dayalı ihracat modeli söz konusu. Dolayısıyla ihraç ettiniz bu ürünlerin ham maddesini yurtdışından ithal etmek zorundasınız bunun için döviz ihtiyacınız var. O ürünü ya da ara mamulü dışarıdan getirecek olan işletmenin muhakkak içeriden döviz alması gerekiyor. Bugünkü kurların aralığına baktığımız zaman oldukça açık bir makas aralığı görüyoruz. Binler seviyesinde olan alım satım farkının şimdi 100’ler seviyesine geldiğini görüyoruz. Bununla birlikte ihraç gelirlerinin önce yüzde 25’ini, şimdi yüzde 40’ını merkez bankasında bozdurma zorunluluğu var. Bu da tabi ithalatçı ve ihracatçıyı zorluyor.

  • Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan menkul kıymet satışlarında TL zorunluluğu düzenlemesi piyasaları nasıl etkiledi? Avantajları ve dezavantajları sizce neler?

Döviz talebini düşürmek için hayata geçirilmiş bir uygulama ancak sektörleri zorlayan bir uygulama. Burada bir miktar sorun var çünkü özellikle bankalar kur farkından kaynaklı karlılık elde ediyorlar. Bu konu son zamanlarda medyada en fazla yer alan konulardan biri. Uygulama kapsamında işletme ihracat gelirini TL’ye çevirecek ama ithalat için döviz alacağı zaman o günkü alış kurundan alacak. Az önce de söylediğim gibi alım-satım kur farkı binler seviyesindeydi ama şimdi yüzler seviyesine inmiş durumda. Bu da tabi miktar çok olunca büyük bir fiyat farklılığı oluşturuyor. Bundan dolayı bir rahatsızlık var. Bu uygulama ile ilgili şöyle bir öneri var; ihracat yapmış olan bir firma ihracatının belirli bir bölümünü ithalat yapıyorsa burada bankalar kur farkını sıfıra indirmeli. Örneğin firmanın bankada 100 bin doları var. Bu paranın 50 bin dolarını ithalat için kullanacaksa, bunu alıp kullanırken kur farkı sorunu olmamalı. Sektörler ancak böyle olabilir diyor. Yani menkul kıymet TL olarak işlem göreceği zaman bir sabit kur belirlenmesi lazım. Sektörlerin sorunları dinlendikten sonra yasaların yapılması daha iyi bir yöntem olacaktır. Çünkü ilk kez bir şeyi yapmak kolay ancak yapılmışı değiştirmek oldukça zor. Sektörlerle iletişim haline olunması gerekiyor.

“AMERİKA’NIN ÇOK SERT FAİZ ARTIRIMLARINDAN BİZ DE ETKİLENECEĞİZ”

  • Türkiye yıllar içinde birçok kriz yaşadı. Bu krizleri ve günümüzü değerlendirebilir misiniz?

Ben sektörün içinde 52. yılı tamamlamak üzereyim. Bu sürede gerek içten gerekse dıştan birçok kriz yaşadık. İçsel krizleri 1974’ten 1980’e kadar yaşadık. Koalisyon dönemlerinde bu krizleri yaşadık. O dönemde kapalı bir ekonomi vardı ve döviz-alışı yasaktı, faizler düşüktü. İnsanlar kendi başının çaresine bakmak için ithalatı yasak olmuş olsa bile altın alırdı ve o şekilde kendi parasının değerini korumaya çalışırdı. O zamanlarda benzin, yağ, mazot kuyruklarını yaşamıştık. Sonra geldik 1994’e o zamanda Çiller dönemiydi. O zaman alınan yanlış kararlarla merkez bankasından her gün 1 milyar dolarlık döviz satışları başlamıştı. Sonrasında 5 Nisan Kararları yayımlanmıştı. O dönemde de bütün bedeli ödeyen halk oldu. Sonra 2001 krizi geldi. Bu krizden önce rahmetli Sakıp Sabancı 20 tane banka batacak dediği için topa tutuldu. Ama nitekim 20 banka battı. Yüzde 1700 faizlere ulaşan bir sistem oluştu. Bunun için de 19. Stand by Anlaşması geldi, Kemal Derviş getirildi dışarıdan. 19. Stand by Anlaşması harfiyen uygulanmak üzerek onun da önlemi alındı. 2002 yılında AK Parti Hükümeti kurulduktan sonra da onun ekonomi yönetimi de 19. Stand by Anlaşması’ni harfiyen uygulayacağız dedi ve uygulamalarla güven ortamı oluştu. Milyar dolarlar yeni yabancı yatırımcılar geldi. Ve böylece 2022 yılına kadar geldik. Sonra tekrar bu ortam bozulmaya başladı. Merkez bankasında biraz müdahaleler başladı. 2008 uluslararası finansal krizi o zaman konuşulduğu gibi teğet geçti çünkü bankacılıkta bir sistem oturtulmuştu. Bankacılık sisteminde bir güven ortamı olunca biz o dönemde, dışarıdaki krizden daha az etkilendik. Ama şu anda dışarıdaki krizden en çok etkilenen ülkelerden biri konumundayız. Dünyada bu kadar yüksek likidite olmasına rağmen, bu likiditenin özellikle faiz artırımlarıyla Amerika’ya dönmüş olması, yeni paranın adrese dönüyor olması, bizim dışarıdan bir kredi sağlama zorluğumuzun oluşmuş olması süreci buraya getirmiş durumda. 2022’nin ikinci yarısının biraz daha zorlu geçebileceğini düşünüyorum. Bir taraftan Amerika’nın çok sert faiz artırımlarından biz de çok olumsuz etkileneceğiz, diğer taraftan da içerideki güven ortamı sorunu ve seçime giden bir ekonomide olmamız bizi zorlayacak gibi görünüyor.