Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk soprano ve renkleri yürekten aktaran bir ressam, çok yönlü sanatçı Semiha Berksoy ile opera besteleyen ilk kadın olan Francesca Caccini, dünya sanat tarihine parıltılı birer iz bıraktılar.

Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk soprano ve renkleri yürekten aktaran bir ressam… Heykeltıraş Fatma Saime ve şair Ziya Cenap Berksoy’un kızları, çok yönlü sanatçı ve opera divası Semiha Berksoy’un sanat ve kültür adeta genlerine işlemişti. Türkiye’de modern sanat tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Semiha Berksoy, ardında eşsiz bir kültürel miras bıraktı. Operanın doğuşuna katkıda bulunan bestecilerden Giulio Caccini’nin kızı olan Francesca Caccini ise döneminin en gözde müzisyenlerinden birine dönüşen ve opera besteleyen ilk kadın olarak batı müziği tarihine geçmiş bir isim.

1910 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Semiha Berksoy, deli dolu sanat kariyerine 21 yaşındayken Türk sinemasının ilk sesli filmi olan İstanbul Sokakları ile başladı. 1931 tarihli, yönetmen, yapımcı ve tiyatrocu Muhsin Ertuğrul imzalı bu filmde, ‘Hancı kızı Semiha’ rolüyle, Bedia Muvahhit ile birlikte rol almayı başardı.

Önce İstanbul Konservatuarı’nda ve ardından Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi Resim ve Tiyatro Okulu’nda eğitim aldı. Burada Refik Epikman ile heykel, İsmail Hakkı Toygar ile seramik çalıştı. Berksoy daha sonra tiyatro okulu sınavı için Shakespeare’in 1590-1591 yılları arasında yazdığı kabul edilen komedisi, Taming of TheShrew (Hırçın Kız) rolüyle hazırlandı ve bu sınavı da kazandı.

Atatürk’ün huzurunda opera söyledi

Daha sonra devlet bursu ile Almanya’da Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü’nde sürdürdüğü eğitimini, 1’inci olarak tamamladı. Berksoy’un annesi Fatma Saime ressam, babası Ziya Cenap Berksoy ise tanınan bir şairdi. Tam da bu yüzden sanatçının ses ve güzel sanatlar yeteneğini babasından aldığı kabul ediliyor.

İlk edebî öyküsünü ,daha sekiz yaşında iken kaleme aldı. Tarih 1929’a geldiğinde, yani henüz 19’unda iken Rimsky Korsakov’un Sadko operasında ‘Chanson Endu’yu, Bohem operasında da Musetta Aryası’nı seslendirecek aşamaya çoktan erişmişti. Üstelik bu konserde piyanoda kendisine, tanınmış besteci ve vokalist, Türk Beşleri üyesi Cemal Reşit Rey eşlik etti.

Ahmet Adnan Saygun’un ilk Türk operası sayılan Özsoy’da Ayşim rolünü üstlenen Semiha Berksoy, bu eserle Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısında sahneye çıktı. 1936’ya gelindiğinde ise, yine Ertuğrul ve Paul Lohman’ın öncülüğünde açılan Berlin Devlet Yüksek Akademisi Opera Bölümü bursunu, dönemin İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın desteği ile kazandı.

İlk Türk PrimaDonna oldu

Sanatçı, kariyeri boyunca Türkiye’nin yanı sıra Almanya ve Portekiz’de de seyirciyle buluştu. 1939’da Richard Strauss’un 75’inci doğum günü için düzenlenen etkinlikle ‘Ariadne AufNaxos’ isimli operasındaki Ariadne rolü ile Avrupa’da sahne alan ilk Türk opera sanatçısı ve Avrupa’da sahne alan ilk Türk Prima Donna unvanını aldı. 1940’ta yurda dönüş yapan Berksoy, Ankara Devlet Operası’nın baş sanatçısı olarak kabul edildi. Bu sayede Ankara radyosunda, Cemal Reşit Rey’le birlikte ilk konserini de gerçekleştirdi. 1940’lı yıllarda İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün karşısında sahne alan sanatçı, 1941’de ise, ilk opera stüdyosu kaydını sunmaya hak kazandı.

1950’de Ankara Devlet Operası solisti olan Berksoy, 1961’de ise, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde sergilenen iki tuvali, Yeşil Cami ve Fatih’in Bursa’da Doğduğu Ev ile ödüle değer bulundu. 1966’da Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin kararı ile ‘Prima Donna’ ilan edilen sanatçı, üç yıl sonra Berlin-Lutzowhaus’da izlenen resimleriyle de DieWelt Gazetesi’ne kadar uzanan övgüleri kendine çekmeyi başardı. Ayrıca Carl Ebert’in rejisörlüğünde, ünlü Tosca ve Madame Butterfly operalarında oynayan Berksoy, Deli Dolu ve Lüküs Hayat operetlerinde de görev aldı.

Nazım Hikmet’le aşktan dostluğa dönüşen ilişkisi

Berksoy, operanın yanı sıra, hayatı boyunca resim sanatıyla da aktif olarak ilgilendi. Resim yapmaya hiç ara vermeyen Berksoy’un eserleri, İstanbul’un yanı sıra Venedik ve Şangnay bienallerinde de sergilendi, ayrıca Londra’daki Frieze Masters 2018 sergisinde yer aldı. Berksoy’un Ercüment Siyavuşoğlu ile evliliğinden dünyaya gelen kızı Zeliha Berksoy da Türk sanatının önemli isimlerinden biri oldu.

Semiha Berksoy ile ilgili en az bilinen konulardan biri ise Nazım Hikmet ile yaşadığı beraberlikti. Bir programa konuk olarak katılan kızı Zeliha Berksoy, Nazım Hikmet’le annesinin aşkla başlayan dostluklarını ve dönemin bilinmeyenlerini şöyle anlatmıştı:

“Nazım’a heyecan veren kadınlar var. Mesela annemle 1934’te aralarında bir şey yaşanıyor. Çünkü Semiha çok zeki, cingöz, yetenekli. Aralarında derin bir tutku var. Semiha, bu tutkudan Berlin Müzik Akademisi’ne kaçarak kurtuluyor. Nazım ona “Ben istemezsem gidemezsin, ama sana izin veriyorum. Çünkü sesin çok güzel” diyor. 1940’ta annem döndükten sonra Çankırı Hapishanesi’ne gidiyor ve başka bir adama aşık olduğunu Nazım’a söylüyor. Nazım da “Evlenme, buradan çıkınca seninle oturacağım” diyor. Daha sonra annem evleniyor, Nazım’la babam da çok yakın arkadaş oluyorlar. Annemle Nazım’ın aşkla başlayan dostlukları da Nazım ölene kadar sürüyor.”

Nazım Hikmet, daha sonra Berksoy’la ilgili şu sözleri söyleyecektir: “Pırlanta ne kadar toz toprak içine atılsa, günün birinde yine pırlantalığını belli eder ve hakkını ister. Semiha bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır.”

1998’de Devlet Sanatçısı unvanı alan Berksoy, 1999’da New York Lincoln Center’da Robert Wilson’ın The Days Before: Death, Destructionand Detroit III isimli operasında da performans sergiledi. 15 Ağustos 2004’te, 94 yaşında, doğduğu şehir İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Batı müziğinde opera besteleyen ilk kadın: Francesca Caccini

Francesca Caccini, 1587’de İtalya’nın Floransa şehrinde dünyaya geldi. Babası Giullio Caccini o dönemin iyi müzisyenlerinden biri olarak Caccini ve kız kardeşini müzik konusunda eğiterek Floransa’nın müzik dünyasına tanıttı. İlk gösterisi, babası tarafından düzenlenen ve opera sanatçılarının bulunduğu L’Euridice operasında yer aldı. Yine aynı yıl Caccini, Gabriello Chiabrera tarafından yazılan II Rapimentodi Cefalo adlı operada sahne aldı. Belli başlı yapıtları bugün kaybolmuş olan Francesca Caccini’nin Ruggiero’nun ‘Alcina’nın Adasından Kurtarılması’ adındaki operası 1625’te bestelendi, basıldı ve 3 yıl sonra Polonya’da sahnelendi. Tiyatrolar için ürettiği bestelerden sadece La liberazionedi Ruggiero adlı çalışması günümüze ulaşabildi. Besteleri ‘La Tancia’ (1613), ‘II. Passatempo’ (1614) ve ‘La Fiera’ (1619) o dönem Michelle Buonarroti tarafından komedi gösterilerinde kullanıldı. Francesca Caccini, 1618’de ‘II primolibrodellemusiche’ (Müziğin İlk Kitabı) adında bir kitap da yayımladı. Bu kitabın asıl amacı müziğin sanatsal, pedagojik metodolojilerini müzikle ilgilenen kişilere aktarmak ve öğretmekti. Kitap hem laik hem de kutsal metinler, farklı müzik türleri ve bunun yanı sıra ses süslemesi için kapsamlı ve açık gösterimler içeriyor. İlk evliliğini Giovanni Battista Signorini ile yapan Caccini’nin 1622’de bu evlilikten Margherita adını verdikleri bir kızı oldu. 1626’da kocası Signori’nin ölümünün ardından Tomaso Raffaelli ile evlendi. Bu evlilikten de bir oğlu oldu. 1630’da Caccini’nin ikinci eşi de hayatını kaybetti.  Francesca Caccini’nin cinsiyeti, yaşamdaki konumunu oldukça etkiledi. Çünkü o dönem Floransa’da kadınların toplumdaki rolü, Floransalı aydınlar tarafından oldukça tartışılıyordu. Bir kadın olarak bestecilik kariyeri boyunca oldukça başarılı işlere imza atan Francesca Caccini, barok dönemi İtalya’sında besteci, şarkıcı, müzik öğretmeni ve şairdi. Döneminin en başarılı bestecileri arasında gösterilen Caccini, 1641’de hayatını kaybetti.