Türkiye’nin uzun yıllardır Avrupa ile yaşadığı vize sorunları günümüzde de devam ediyor. Avrupa Birliği Uzmanı Dr. Can Baydarol ile bu sorunlar çerçevesinde vize politikalarının hangi durumda olduğunu ve Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkilerinde nasıl bir rol oynadığını detaylı bir şekilde konuştuk. Vize sorunlarındaki başlıca sebeplerin, ekonomik performans ve mülteci problemleri olduğunu belirten Baydarol, en fazla ret alınan ülkenin ise Almanya olduğunu ifade etti.

Türkiye’nin vize politikaları ve bu alandaki sorunları, Schengen sistemine geçme süreci ile daha da karmaşık bir hal aldı. Schengen Bölgesi ile entegrasyonun, Gümrük Birliği Anlaşmasının temel prensipleriyle çatıştığını dile getiren Avrupa Birliği Uzmanı Dr. Can Baydarol, mal ve ürünlerin serbest dolaşımı sağlanmışken, bu malları üreten ve taşıyan insanlar için sınırların hala kapalı olduğunu ifade etti. Vize alım süreçlerinin kolaylaşması için ipuçları veren Baydarol; “Ben bu süreçte dürüstlüğün esas olduğunu düşünüyorum. Bir de gereken evrakları ve mali gücü fazla gösterebiliyorlarsa bunu sağlamaları bence daha tatmin edici olacak” dedi.

  • Bilindiği üzere, Türkiye ciddi bir vize sorunu ile karşı karşıya. Peki, ülke olarak neden bu sorunu yaşıyoruz, bu sorunun çıkış noktası nedir?

Aslında Türkiye’nin vize sorunu 1980’de başladı. 12 Eylül’e kadar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulanmıyordu. Ancak 12 Eylül ile birlikte pek çok insan siyasi gerekçelerle mülteci olmak istedi ve başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin kapılarına dayandılar. Malumunuz o sırada Kenan Evren dönemiydi. Söz konusu bu dönemde bizzat Türkiye müracaatta bulundu ve “Türklere vize uygulayın. Ne siz zora girin ne de biz zora girelim” dedi. Ondan sonra da hiçbir zaman Almanya bu uygulamayı kaldırmadı. Schengen sistemine geçişle birlikte, Schengen Vizesi, ortak bir vize olarak sadece Türkiye’ye değil, pek çok ülkeye uygulanır hale geldi. Ancak burada da Gümrük Birliği’ne ters bir durum ortaya çıktı. Çünkü mallar serbest dolaşıyor, fakat malları üretenler ve taşıyanlar serbest dolaşamıyor. Elbette bu soruna sadece Gümrük Birliği çerçevesinde de bakmamak lazım, birçok konu sorun haline dönüşmeye başladı. 2000’li yılların başında, vize sorununun çözümü ile ilgili bir teknik çalışma başlatıldı. Bu teknik çalışma süregiderken, Türkiye ortaya konulan kriterlerin büyük bir bölümünü yerine getirdi. Ancak bazı önemli kriterleri karşılayamadık. Bunlardan en önemlisi anti terör yasasıydı, çünkü Türkiye’nin anti terör yasası biraz aşırılıklar içeriyor. Bu olaylar ışığında Davutoğlu’nun Başbakanlığı ya da Dışişleri Bakanlığı sırasında “Vize sorununu tamamen ortadan kaldıramayız, malum Avrupa’da da aşırı sağın hareketlenmesi var. O nedenle bazı kategorilere öncelik tanıyarak, vize serbestisini getirelim” dediler. Davutoğlu da bunun üzerine “Ya hep, ya hiç” deyince “hiç ile” karşı karşıya kaldık. Ardından da bu süreç tam anlamıyla bir yılan hikayesine döndü. Şu anda Avrupa Birliği cephesinde aşırı sağın giderek yükselişini izliyoruz ve aşırı sağ özellikle Türkiye konusu açıldığı zaman kesinlikle karşı çıkıyor.  Dikkat ederseniz 17-18 Nisan 2024 tarihlerinde, Türkiye’nin de içerisinde olduğu bir AB Zirvesi yapıldı. Bu zirvede beklediğimiz hiçbir şey çıkmadı. Ne olacağını şu anda kestirmek mümkün değil. Nasıl adımlar atılacak bilemiyoruz. Ama AB’de aşırı sağ yükselirken tersine bir gelişme oldu ve Tükiye’de orta sol yerel seçimleri kazandı. Akabinde CHP Lideri Özgür Özel, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde yaptığı konuşmada Türkiye’nin tam üyeliği konusuna vurgu yaptı. Ayrıca Almanya Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye geldiğinde önce İmamoğlu ve Yavaş’ı ziyaret etti. En son Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gitti. Bütün bu ziyaretlerin dış politikada bir anlamı vardır. Öncelikle iki belediye başkanını ziyaret etmesi Almanya’nın verdiği çok açık bir mesaj. Zaten Erdoğan ile yapmış olduğu görüşmeden de çok olumlu bir sonuç çıkmadığını görebiliyoruz.

“Türk pasaportu ile Avrupa Birliği’ne mülteci olarak başvuran Suriyeli, Iraklı, İranlı ve Afganistanlıların sayısı 140 bini buldu”
  • Peki, günümüz Türkiye’sinin problemi nedir? Neden neredeyse her gün yeni bir vize kısıtlaması ya da sorunu yaşıyoruz?

Günümüz Türkiye’sinde iki önemli problem var. Birincisi kötü ekonomik performans, ikincisi ise önümüze gelene Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı, yani pasaportu vermemiz. Biliyorsunuz önce 250 bin dolardı sonra 400 bin dolara çıkarıldı. Bu meblağı verip ev satın alan otomatik olarak Türk vatandaşı oldu. Türkiye’den kimlerin vatandaşlık aldığına bakıyoruz, özellikle Arap ülkelerinden, Afganistan’dan İran’dan gelen kişiler olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerde yaygın olan çok eşlilik ve beraberinde çokça çocuk da başka sorunlar yaratıyor. Son analizlere göre; geçtiğimiz yıl Türk pasaportu ile Avrupa Birliği’ne mülteci olarak başvuran Suriyeli, Iraklı, İranlı ve Afganistanlıların sayısı 140 bini bulmuş durumda. Bu nedenle de başvuruları ince eleyip sık dokuyorlar. Bu problemi bu şartlarda çözmek Türkiye açısından giderek zorlaşıyor.

“Türkiye’nin iş insanlarına, tır şoförlerine, akademisyenlere, öğrencilere öncelik tanıyacak bir vize sistemi üzerinde çalışması gerekiyor”
  • Vize sorunun çıkış noktasını ve günümüzde nasıl bir hal aldığını konuştuk. Bu sorunun çözümü için neler yapılabilir?

Öncelikle Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne saygılı devlet görüntüsü vermesi çok önemli. Eğer Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygular hale gelirse ülkeye sermaye girişinin önü açılabilir. Elbette bu hemen olmaz ama ağır ağır olacaktır. Sıcak paranın ülkeye gelebilmesi için de Türkiye’nin çok ciddi bir devalüasyon yapması gerekir. Enflasyonla faiz arasındaki makasın kapatılıp, hatta faizin enflasyonun 3-4 puan üzerine çıkması gerekir ki sıcak para ülkeye gelebilsin. Bütün bunların dışında ülke içi siyasetin iyi takip edilmesi ve verilen mesajların iyi analiz edilmesi gerekiyor. Ancak bütün bunların dışında Türkiye’nin böyle mutlak bir vize serbestisi gibi hayallerden vazgeçip, iş insanlarına, tır şoförlerine, akademisyenlere, öğrencilere öncelik tanıyacak bir vize sistemi üzerinde çalışması gerekiyor. Fakat buradaki sorun, vize verme işi her ülkenin kendi iç işi olarak görünüyor. Dolayısıyla burada da her ülkenin Türkiye’ye yönelik politikası öne çıkıyor. Bir tarafta Brüksel politikası var bir tarafta ülkelerin kendi politikaları var. İşi daha da karmaşıklaştıran durumlardan biri de bu. Peki ne yapılabilir? Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) önderliğinde Macaristan’daki geçiş ücretlerine karşı bir dava açıldı ve dava kazanıldı. Bilindiği üzere Gümrük Birliği çerçevesinde, ülkemizde üretilen mallar serbest dolaşım hakkına sahip ancak Macaristan her geçişte 400 euro geçiş ücreti talep ediyordu. Gümrük Birliği Mevzuatına göre; eş etkili vergi dediğimiz yani adı gümrük vergisi olmayan ama yarattığı sonuç nedeniyle gümrük vergisi oluşturan bir vergi türü olduğunu beyan ettik. Adalet Divanı da, bunu kabul etti ve Macaristan şu anda geçiş ücreti almıyor, tüm geçişleri serbest bıraktı.

“Müzakere için elimizi güçlendirecek değişikler olması gerekiyor”
  • Benzer bir dava vize ödemeleri ile ilgili açılabilir mi?

Bence açılabilir çünkü özellikle iş insanları ve tır geçişleri için ödenen her vize parası eş etkili vergi niteliğinde. Geçişin sınırlandırılması ise malların serbest dolaşımının önündeki eş etkili önlem niteliğindedir. Bu iki argümandan yola çıkarak dava yoluna gidilebilir. Buradan mal satıyorsunuz ve montaja gidecek adam vize alamıyor. Şimdi bu, miktar kısıtlaması ile eş etkili önleme girer. Sizin çalışanınız oraya gidemediği sürece kota olmasa bile kota konmuş gibi çok sınırlı sayıda mal ihraç eder hale geliyorsunuz. Bu da davanın önünü açar. Ama dava yoluna gitmeden önce de KVKK ve anti terör başta olmak üzere beklentileri karşılayacak değişiklikleri bir an önce hayata geçirip ondan sonra karşı tarafla müzakereye oturmalıyız. Bunu yapmadığınız zaman ne oluyor? Siz karşı tarafa sürekli kullanabileceği bahaneler veriyorsunuz. Yani bahaneleri ortadan kaldırmak gerekir ki müzakere de eliniz güçlü olsun işin özü bu.

  • Zaman zaman Türkiye’nin önde gelen STK’larının ticari vizeler ile ilgili girişimleri, çalışmaları ya da projeleri olduğunu görüyoruz. Bu çalışmalar, vize serbestliği için beklentileri karşılar mı?

Şimdi karşı taraf için güvenilir olmak çok önemli. Diyelim ki, montaj ekibi Avrupa’daki bir ülkeye montaj yapmaya gidecek. Bu kişilerin, o ülkeye mülteci olarak gitmeyeceğini nasıl anlayacağız? Bu soruyu aynı şekilde Avrupa’da soruyor. Bu tip sorunların önüne geçebilmek adına UND bünyesinde bir süreç yönetiyoruz. UND garantili olarak vize başvuruları yapılıyor. Öz güven mekanizması kurmak çok önemli. Bu bağlamda sektörel derneklerin kendi bünyelerinde bir vize departmanı oluşturup, vize başvurusu yapacak kişilerin dönüşlerini teyit ettikleri bir yazılı evrak oluşturmalarında ben yarar görüyorum.

“Vize başvurularında esas olan dürüstlük”
  • Vize alım süreçlerini kolaylaştıracağını düşündüğünüz ip uçları var mı?

Öncelikle verilen nasihatlerin hepsine kulak asmayın. Örneğin, davet mektubunu alması gereken kişi baktı alamıyor kendisi uyduruk bir davet mektubu ortaya koyuyor. Bu durumun ortaya çıkması durumunda, ömür boyu vize alamayabilirsiniz çünkü kara listeye giriyorsunuz. Ben bu süreçte dürüstlüğün esas olduğunu düşünüyorum. Bir de gereken evrakları ve mali gücü fazla gösterebiliyorlarsa bunu sağlamaları bence daha tatmin edici olacaktır.

“En fazla Almanya’dan ret alıyoruz”
  • Türk vatandaşları en çok hangi ülkeden ret alıyor?

Almanya’dan en fazla ret alıyoruz diye biliyorum. Türk vatandaşları yüzde 50’ye yakın ret alıyor. Yakın zamana kadar Romanya çok rahat vize veriyordu. Fakat şimdi onların da kulağını çektiler, Romanya’da eskisi kadar rahat vize vermiyor.

“Agresifleşmek yerine uyum mesajı vermek hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı rahatlatır”
  • Vize sorunun tamamen olmasa dahi bir miktar çözüme ulaştırılması için Türkiye olarak nasıl bir tutum ve dil kullanmalıyız?

Öncelikle burada agresifleşmek yerine uyum mesajı vermek hem Türkiye’yi hem de Avrupa’yı rahatlatacaktır. Diplomasiyi de daha maharetle yönetmek lazım. Diğer türlü Batı ile olan ilişkilerinde sana karşı bir tavır gelişiyor. Bu da vize gibi ticaret için hayati önem taşıyan oluşumlarda ciddi sorunlara neden oluyor. Bununla beraber, bazı avantajlarımızı sorunun çözümü için daha etkili kullanmalıyız. Rusya-Ukrayna savaşı çıktığından bu yana yazdığım bütün yazılarımda Türkiye’nin artan jeostratejik önemine dikkat çekmeye çalıştım. Çünkü Çin’den Avrupa’ya, Avrupa’dan Çin’e giden tedarik zinciri, Türkiye üzerinden geçmek zorunda. Yani dikkat ederseniz Avrupa Türkiye’yi gözden çıkaramıyor. Çünkü şu anda enerji yollarının üstünde Türkiye var. Trafiğin üstünde Türkiye oturuyor. Şimdi bu stratejik rolü doğru kurgulamak lazım. Elbette tehdit edelim demiyorum ancak, Türkiye’nin, Avrupa tedarik zinciri için ne kadar hayati bir önem taşıdığını daha net göstermeliyiz. Türkiye bu tedarik zincirinden çıkarsa, neler olur? diye sorgulatır halde olmak lazım. Tam anlamıyla bir vize uygulayamayız çünkü turizm gelirine ihtiyacımız var ama sınırlı meslek grupları için vize uygulama söylemlerinin yararlı olacağını ifade edebilirim.