Hem yurt içi hem de yurt dışı pazarlarının ihtiyaçlarına cevap vermek için doğru olanın üretim kapasitesini arttırmak olduğuna değinen As Metal Satış-Pazarlama Direktörü Gürkan Necipoğlu, Fokus Röportajları’nın bu sayıdaki konuğu oldu. Sektörün üretim faaliyetlerinden ihracat faaliyetlerine, kalifiye eleman sorunundan sektör için yapılması gerekenlere kadar farklı birçok konuyu konuştuğumuz Necipoğlu, önemli değerlendirmelerde bulundu.

Türk ağaç işleme makine sektörünün son 20 yılda, ithalatçı konumdan, üretici konuma geçtiğini söyleyen As Metal Satış-Pazarlama Direktörü Gürkan Necipoğlu; “Bugün geldiğimiz noktada artık biz yurtiçi fuarlarımızda ağırlıklı olarak kendi ürettiğimiz makineleri sergilediğimiz gibi global anlamda dünyanın sayılı fuarlarında da Türkiye’nin imalatçıları olarak boy gösterip, geçmişte ithal edip Türkiye’de sattığımız makine ve markaların karşısına global bir rakip olarak çıkabiliyoruz” diye konuştu.

  • Sektörün üretim faaliyetlerini genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha iyi olabilmesi için neler yapılmasını öngörüyorsunuz?

1990’ların sonlarıyla bugünü kıyaslarsak Türkiye’de ağaç işleme makineleri imalat sektöründe inanılmaz bir değişim var. Bu sektörü takip edenler, özellikle sektörün aynası olan fuarlardan bu değişimi çok açık bir şekilde görebilirler. 2000 öncesi veya 2000’in ilk yarısının sonlarına kadar geçen sürede yurtiçi ağaç işleme makineleri fuarlarını ziyaret edenler hatırlarlar; katılımcıların çoğunu yerli imalatçılardan ziyade, gelişmiş imalat sanayisine sahip yabancı ülkelerden ithal edilen ürünler ile bunların Türkiye distribütörleri oluştururdu. Türkiye’de imalat sektörü kısıtlı bir üretim yaparken, teknolojik ürünlerin birçoğu Türkiye’ye ithal unsurlar olarak distribütörler kanalıyla gelirdi. Geçen süre içerisinde, özellikle son 15 senedeki gelişimle beraber, artık ithal ürünlerin fuarda kapladığı alan neredeyse yok denecek kadar az. Belli başlı birkaç marka dışında diğer bütün ürünler yerli imalatçılar tarafından üretilip sergileniyor. Türkiye gelişmekte olan bir ülke, gelişmiş bir ülke değil. Dolayısıyla yüksek teknoloji üretmek konusunda hala orta seviyelerde. Fakat mevcut teknolojileri yerli imkanlarla üretebilecek ve bunun üzerine de kendi imkanlarıyla fark yaratabilecek detaylar ekleyebilecek seviyey geldi. İşte geçen bu süre zarfında Türk firmaları yurt dışında üretilen makineleri bir şekilde ithal edip satarak para kazanmak yoluna gitmekten başka bir yola girdi. Yerli imalatçıların birçoğu kendi branşlarında veya cesaret gösterip konuları olmayan farklı branşlarda söz konusu makineleri kendileri üretmeye başladılar. Bugün geldiğimiz noktada artık biz yurtiçi fuarlarımızda ağırlıklı olarak kendi ürettiğimiz makineleri sergilediğimiz gibi global anlamda dünyanın sayılı fuarlarında da Türkiye’nin imalatçıları olarak boy gösterip, geçmişte ithal edip Türkiye’de sattığımız makine ve markaların karşısına global bir rakip olarak çıkabiliyoruz. Hatta belli branşlarda onları dış pazarlarda da zorlar hale geldik. Bu da Türk ağaç işleme makineleri imalat sektörünün gelişmekte olmakla beraber ciddi bir atılım içerisinde olduğunun da en büyük göstergesi.

“MAKİNELERİN ÇALIŞMA SÜRECİ İÇERİSİNDE İNSAN UNSURUNU ASGARİYE İNDİREBİLİYORSAK AĞAÇ İŞLEME MAKİNELERİ İMALATÇILARI OLARAK DİJİTAL DÜNYAYA AYAK UYDURABİLİYORUZ DİYEBİLİRİZ”

  • Peki Türk ağaç işleme makine sanayisi olarak dijital dünyaya ayak uydurabiliyor muyuz?

Burada öncelikle dijital dünyadan ne anlıyoruz ona bakmak lazım. Konuyu kendi sektörümüz açısından ele almak daha doğru olacaktır.  Bir makinenin üzerine bilgisayar taktım makineyi dijitalleştirdim diyorsanız, bu doğru olmaz. Bunu yapmış olmak dijital teknolojiye ayak uydurmak manasına gelmez. Makineleri insanlarla konuşur hale getirebiliyorsak, makinelerin çalışma süreci içerisinde insan unsurunu asgariye indirip, verimliliğini arttıracak şekilde üretim yapabilir hale getirebiliyorsak ve bunu yaparken de teknolojik unsurları kullanabiliyorsak, evet biz sektörümüzde dijital olarak ta ilerliyoruz diyebiliriz. Peki biz sektör olarak böyle miyiz? Evet, belli alanlarda baktığımızda gerçekten böyleyiz. Özellikle birçok makinenin birlikte ve iletişim halinde çalıştığı üretim hatlarını düşünürsek bunları yapabilir hale geldi Türkiye imalat sanayisi. Tek bir imalatçının kendi ürettiği farklı makineleri birbirleriyle iletişim içerisinde çalışabilir hale getirmesi çok ta büyük bir başarı sayılmaz. Ama birçok firmanın bir araya gelerek anahtar teslimi kurulan bir imalat yerinde birbirlerinden farklı üretim teknolojileriyle, farklı üretim algılarıyla, farklı fabrikalarda üretilmiş makinelerini birbirleriyle iletişim kurabilecek hale getirip bir arada uyumlu ve verimli çalıştırabiliyorlarsa ki bunu yapabiliyoruz, işte o zaman dijital teknolojiyi kendi üretim kapasitemizde kullanıyoruz diyebiliriz. Bunu da yapıyoruz, daha iyisini de yapabiliriz. Tabi konu makinelerin sadece çalışma süreci içerisinde dijitalleşmesi değil. Bir başka hususta teknik servis ve destek süreci örneğin.  Bir makine arıza yaptığı zaman, bu ekmek teknesi… söz konusu işletme tabii ki makinasının bir saat dahi durmasını istemez. Eskiden arıza tespiti için ön servis çıkartmak gerekirdi. Dolayısıyla basit bir servis işlemi bile tespit ve tedavi olarak iki aşamalı gerçekleşirdi. Yaşanan zaman ve üretim kaybını düşünebiliyor musunuz? Artık makinelerde dijitalleşmeyi doğru bir şekilde kullanarak basit ve hızlı çözümler yaratabiliyoruz. Makineleri ve arıza sinyallerini teknik destek birimleriyle online konuşturarak bazı problemleri uzaktan çözebiliyoruz. Veya teknik destek ekibini yola çıkarmadan önce nereye müdahale etmesi gerektiğini öğreniyor ve süreci tek aşamada sonlandırabiliyoruz. Bunların hepsi üretim süresini ve verimini arttıran şeyler.

  • Menkul satışlarda TL zorunluluğu uygulaması piyasaları nasıl etkiledi?

Bu konuyu mütekabiliyet esasında ele almakta fayda var. Dünya üzerindeki tüm ilişkilerde; hakta, hukukta, ticarette, mütekabiliyet esastır. Türkiye’de temel kanı şöyle; dövize ihtiyacımız var, onun için de ihracatı arttırmalıyız. Madem dövize ihtiyacımız var diye ihracatı arttırmalıyız, o zaman neden gelen dövizi Türk Lirası’na çeviriyoruz? Çünkü aslında bizim Türk Lirası’nın değerini korumaya ihtiyacımız var. İhracatçının yurt içine soktuğu paranın bir kısmı millileştirmek amacıyla TL’ye döndürülsün, böylece TL’nin emisyondaki hacmi dövizin çok altına düşmesin ve TL döviz karşısında değer kaybetmesin. Bunu doğru buluyor, anlayış gösteriyor ve hakkaniyetle karşılıyorum. İşte tam da bu noktada mütekabiliyet esasını arıyorum.  İmalatının yüzde 98’ini ihraç eden bir firmayı temsil ediyorum. İhracatımı yapıyorum dövizim geliyor, gelen dövizin bir ay kadar önce yüzde 25’i TL’ye çevriliyordu, şimdi yüzde 40’ı TL’ye çevriliyor. Neden? Sistem diyor ki; yurtiçinden tedarik ettiğin üretim girdilerini TL ile alıyorsun veya TL ile almalısın. Onun için ihracat karşılığı gelen dövizinin bir kısmı yurtdışı tedarik karşılığı dursun ama belli bir kısım için ben bugünden sana TL’ye çevirme zorunluluğu getiriyorum ki yurtiçi ticarette ana unsur Türk Lirası olsun. Buraya kadar mantıklı. Fakat birçok yurtiçi tedarikçi; verdiğim ürünler ithal ve döviz ile alıyorum, kusura bakmayın döviz dışında hiçbir ödeme kabul etmiyorum diyor. İhracat karşılığı gelen döviz TL’ye çevriliyor ama o ihracata konu makineyi üretmek için yurt içinden alınacak ürünün karşılığı dövizle ödeniyor. Şimdi nerede mütekabiliyet? Nerede kaldı Türk Lirası’nın değerini korumak? Bu durumda ihracatçı mı yoksa ithalatçı mı korunmuş oluyor acaba? Türkiye gelişmiş değil gelişmekte olan bir ülke. Henüz yüksek teknoloji üretemiyoruz. Bu tip girdileri de ithal olarak tedarik etmek zorunda kalıyoruz. İşte bunun karşılığında sistem biraz geç te olsa mütekabiliyeti devreye soktu ve dedi ki madem ihracat karşılığı gelen dövizin bir kısmı TL’ye çevriliyor o zaman yurt içindeki ticarette de dövizle ödeme kapatılmıştır. Ürün ithal de olsa yerli de olsa, yurt içindeki bir firma yurt içindeki başka bir firmayla dövizle anlaşma yapabilir, ama ödeme kuru ancak döviz karşılığı TL olmalıdır. Doğrusu serbest piyasanın işlediği ekonomilerde bunların hiç konuşulmamasıdır. Ama biri konuşuluyorsa diğeri de unutulmamalıdır.

“SİSTEM TÜKETİM DEĞİL ÜRETİM ODAKLI OLMALI”

  • Ağaç işleme makine sektörünün genel problemlerini göz önünde bulundurarak soruyorum, sorunların çözümü için hükümetten beklentileriniz nelerdir?

Hammadde veya ara mamül imalatçıları ticari manada daha az riskli olduğu için kapasitelerinin büyük bir bölümünü ihracata yönlendirdiler. Dolayısıyla yurt içinde arz talep dengesi bozuldu. Hammadde, ara mamül fiyatları arttı. Bunun karşılığında son ürün fiyatları yükseldi, gününde teslimat yapılamaz hale geldi. Bunlar da gayrimenkul değerlerine yansıdı. Bunun sebebi yerli imalatçıların kapasitelerinin genel talep karşısında yetersiz kalması. Halbuki yeterli üretim kapasiteleri olsa, yurt içi ve yurt dışına, talep karşılığında her an tedarik sağlayabilseler böyle durumlar yaşanmayacak. Onun için bence sistemde olması gereken; paranın üretim araçlarını arttırmaya yönelik olarak dağıtılması. Üretim ve üretim kapasitelerini arttıracak şekilde para dağıtılması. Hiçbir sistem faiz karşılığında tatil kredisi, cep telefonu kredisi vb tüketimi arttırmaya yönelik krediler vermemeli.  Cep telefonu denen şey ithalatla geliyor bu ülkeye. Vatandaşından faizle para alıyorsun sonra bu parayı yurt dışına gönderiyorsun. Eğer para dağıtılacaksa masrafları karşılayacak bir faiz karşılığında, üretim faaliyetlerini arttıracak araçları ve bunların kapasitelerini arttırmak için dağıtılmalı.

“O İŞ BULAMIYOR, BEN KALİFİYE PERSONEL BULAMIYORUM”

  • AİM üreticileri için son derece önemli olan kalifiye eleman sorunu için düşünceleriniz nelerdir? As Metal olarak kendi içinizde bu soruna bir çözüm yaratabildiniz mi?

Türkiye ağaç işleme makineleri sektörü bazında bakacak olursak son 30 senedir gerilediğimiz en önemli nokta kalifiye personel. Genel olarak bakarsak bütün imalat sektörlerinin de kanayan bir yarasıdır bence bu durum. Bunun da en temel sebebi eğitim sistemi. Eskiden çıraklık eğitim merkezleri vardı, meslek liseleri, teknik liseler vardı. Hala da var bu kurumlar ama o zaman kuruluş amaçları doğrultusunda işliyorlardı. Buraların amacı üniversiteye adam sokmak değildi. Bilakis ihtiyaç duyulan sektörlerde ara kademe eleman, teknisyen diye tabir ettiğimiz personelleri yetiştirmekti. Bu okulları seçen öğrenciler de bilinçli olarak ben tekniker olacağım mantığıyla o okula giderlerdi. İyi kötü en azından ara kademe elemanı veya çırak bulunabiliyordu. Veyahut Türkiye’deki geçmişten gelen usta-çırak ilişkisi belli bir seviyede olduğu için işletmeler kendi çıraklarını yetiştirebiliyordu.

Okul, üniversite sayımız belki 30 sene öncesinin kat be kat üstünde ama mezunlar açısından baktığımızda “O iş bulamıyor, ben kalifiye personel bulamıyorum”.

“DOĞRU OLAN ÜRETİM KAPASİTESİNİ ARTIRMAK, ÜRETİMİ ÇEŞİTLENDİRMEK”

  • Ağaç işleme makine sektörü olarak ihracat fazlası veren bir sektörüz. Sizce pandeminin sonuna geldiğimiz bu dönemde sektör olarak sadece ihracata mı yönelmek doğru olur, yoksa hem iç pazarı hem de dış pazarı çeşitlendirmeyi tercih etmek mi doğru olur?

Tek bir pazara mecbur kalmak doğru olmaz. Bunun sıkıntısını birçok imalat sektörü yaşadı maalesef. Pandemi süresince genel olarak üretime devam ettiler. Fakat Türkiye’de birçok hammadde ve ara mamülde yüzde 100-200’lerin üzerinde artışlar oldu. Neden..? Çünkü değer kaybeden Türk Lirası karşısında imalatçılar maliyetlerini karşılayabilecekleri, döviz girdisi sağlayabilecekleri yurt dışı pazarlara yöneldiler. Bu ticari açıdan yanlış mı? Hayır, sonuçta herkes ticari menfaati doğrultusunda bir aksiyon gösteriyor. Ama sorunun cevabı da burada ortaya çıkıyor. Üretim Kapasitesinin genel talep karşısında yeterli olmadığı zamanlarda ihracata orantısız ağırlık vermek yurt içi pazarın talebine cevap veremez hale getiriyor imalatçıları. Dolayısıyla tedarik sağladığınız imalat sektörleri de ya kapasite ve hacimlerimi düşürmek zorunda kalıyorlar ya da bundan sakınabilmek için yurtiçinden tedarik edemedikleri ürünlerin yurt dışından tedarike yönleniyorlar. Bu sefer ihracat yapıp yurt dışından Türkiye’ye döviz girdisi sağladığımızı düşünürken karşılayamadığımız talebin tedariki de yurt dışından ithal olarak yapılmak zorunda kalıyor. Ve giren para soğumadan yine dışarı çıkıyor. Tabii ki ihracat çok önemli ama ihracata odaklanacağım diye ulusal pazarı boş bırakmak, dışarıdan başka ihracatçıların sizin ulusal pazarlarınızı ele geçirmelerine sebep oluyor. Kısır bir döngüde sıkışıp kalmış oluyoruz. Bir nevi havuz problemi misali. Bunu makro boyutta ve kümülatif olarak düşünmek gerek. Bu kısır döngüden kaçınabilmenin en doğru yolu ise genel talebi karşılayacak şekilde üretim kapasitesini arttırmak olacaktır.

Ağaç işleme makine sektörü olarak ihracatımız son dört senedir inanılmaz şekilde artıyor. İhracatımızın ithalatımızı karşılama oranı bırakın açık vermeyi yüksek meblağlı fazlalar veriyor. Bunda bizlerin üretim kapasitelerimizi artırmamız, üretimimizi çeşitlendirmemiz yani yerli üretim hacminin artması çok önemli elbette. Ama diğer taraftan ithalatın azalıyor olması da büyük bir çarpan etkisi yaratıyor. Evet, biz daha çok üretip, daha çok ihraç ederek rakamı büyütüyoruz ama ithalatta ters oranda inanılmaz azaldığı için makas bu kadar çok açılıyor. İthalat rakamları ne olursa olsun imalattan ihracatımızla sürdürülebilir şekilde cari fazla vermeye başladığımız noktada kalıcı başarıyı yakalamış olacağız.