Türkiye’de çok yaygın bir uygulama alanına henüz sahip olmayan ancak hem çalışanın hem de iş verenin daha verimli ve güvende hissetmesini sağlayan endüstri ve örgüt psikolojisi, özellikle yaşanan deprem sonrasında daha sık gündeme gelmeye başladı. Endüstri ve Örgüt Psikoloğu, BC Consulting Kurucusu Banu Koç Çakan, psikolojinin bu dalının, iş dünyasına katkılarını anlattı. İş verenlerin kriz dönemlerinde şirketlerdeki duygu durumunu çok iyi tespit etmesi gerektiğinden söz eden Banu Koç Çakan; “Bir felaketin gelmesini beklemeden şirketlerin kendilerini, ekiplerini ve ilişkilerini yönetebilme tarzlarını öğrenmeleri gerekiyor” şeklinde konuştu.

Endüstri ve Örgüt Psikoloğu, BC Consulting Kurucusu Banu Koç Çakan’a deprem sonrası çalışan psikolojinin nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin sorularımızı ilettik. İnsanların başına gelebilecek bir travmayla baş etmesinin en iyi yöntemlerinden birinin, kişinin kendisini bir şeye adaması olduğunu ifade eden Banu Koç Çakan, bu nedenle çalışma hayatının çok önemli olduğuna değindi. Yaşanan deprem sonrası hem çalışanların hem de iş verenlerin kafasında onlarca soru ve sorun oluştuğunu belirten Çakan; “Çalışanlar çalışırken utanmaya, yöneticiler ve işverenler de nasıl davranacaklarını ve ne yapmaları gerektiğini şaşırdılar. Dolayısıyla iş dünyasında bir araf oluştu” dedi.

  • Deprem sonrası çalışan psikolojinin nasıl yönetileceğine geçmeden önce, endüstri ve örgüt psikolojisinin ne olduğunu öğrenmek isterim sizden. Bu kavramları biraz açar mısınız? Türk endüstrisi ve sanayisi endüstri ve örgüt psikolojisine ne kadar hakim?

Endüstri ve örgüt psikolojisi aslında iş hayatındaki insan davranışı ve verimliliğini araştırır. Bir işin verimliliğinin en önemli parçası insandır. Doğru insanın, doğru işe yerleştirilmesi, o işin kişiye olan uygunluğu, o uygunluk çerçevesinde kişinin kariyer yolculuğu, yönetim şekilleri gibi insanların performansını ve başarısını artıracak bütün unsurları kapsar endüstri psikolojisi. Bununla beraber liderlik yaklaşımını ve işe alım metodolojisini de kapsar. Bu alanlarda çalışanlar farklı farklı alanlarda ilerlerler. Özellikle, fabrikalarda, verimliliğin artışına yönelik çalışmalar yürütürler. Ayrıca beyaz yaka diye tanımladığımız kişilerin, olan potansiyelini ortaya çıkarmak üzere çalışmalar yapan bir uzmanlık alanı aslında. Kısacası, psikoloji biliminin, iş hayatındaki derinleşmiş alanı diyebiliriz. Türkiye’de, de dünyada da çalışan ile ilgili bir mevzu olduğunda; “Bir danışmanla çalışalım, eğitimlerimizi alalım, bir danışman gelsin işe alımlarımızı yapsın.” gibi bakış açıları olabiliyor. Ama o sürecin içerisinde ne kadar bu işe hakim, ne kadar bu işin hem psikolojisine hem de endüstriyel bakış açısına sahip bir kişi ya da kurumla çalışıyorlar, bunu ülkemizde ne kadar araştırıyorlar, bundan emin değilim. Bizim alanımız genelde, çalışan motivasyonu eğitimleri, liderlik eğitimleri, işe alım programları, işe yerleştirme süreçleri ve çalışan memnuniyeti diye tanınır. Aslında bunun altında bir bilim var, bu bilimi de bizim ortaya çıkarma yöntemlerimiz var. Bunlardan bir tanesi eğitim ve gelişim programları, bir diğeri de doğru kişiyi, doğru işe yerleştirme çalışmaları ve kariyer planlamaları.

“İŞ DÜNYASINDA BİR ARAF OLUŞTU”

  • Örgüt ve endüstri psikolojisi alanında uzman kişilerin deprem sonrası çalışan psikolojisinin yönetilmesiyle ilgili ne tür çalışmaları veya yönlendirmeleri oluyor?

Aslında depremden önceyi ele alarak bundan bahsetmek gerekir çünkü öncelikle bunu nasıl iş hayatına entegre ettiğimizi anlatmamız gerekiyor. Burada bahsedeceğim şeylerin birçoğunu sanayinin içinde bulunan kişilerin maalesef bilmediğini düşünüyorum. Bunu duyup, buna çalışanlarını dahil ettiklerinde, şirketlerindeki dönüşümü görebilecekleri bilimsel veriler var aslında. Bakın yapılan araştırmalara göre; aynı üniversiteden mezun, aynı deneyimlere sahip iki kişiyi yan yana getirdiğinizde o kişilerin potansiyelini ortaya çıkaran şeyin bilgi olmadığı ortaya çıkıyor. Söz konusu iş için, o kişinin potansiyelini ortaya çıkaran şey; kişinin içsel motivasyonudur, duygularını ne kadar yönetebildiğidir, nasıl bir düşünce sistemine sahip olduğudur, kendisinin ve diğerlerinin farkındalığıdır. Yıllardır biz endüstri psikolojisini, ne kadar doğru bilindiğinden emin olmadığım bir kavramla iş hayatına katarız. O da; duygu zekası ya da duygusal zekadır. Çünkü iş psikolojisinin, iş dünyasına en güzel yansımış hali; kişinin kendi duygu, düşünce ve davranış durumundan geçer. Doğru işe, doğru kişiyi oturttunuz, ondan sonra o kişilerin iş içerisinde kendi duygu, düşünce ve zor zamanlarını yönetebilmelerini, stresle mücadele edebilmelerini ve potansiyellerini ortaya çıkarmayı başarabiliyorsanız, o zaman şirketinizi bir yere taşıyabiliyorsunuz. İnancım o ki, iş hayatında çalışanı motive edecek onun hedefleriyle şirket hedeflerini hizalayacak bir kültür yaratırsınız aslında ihtiyacımız olan o ekonomik gelişmeye yukarıdan aşağıya sağlayabilirsiniz. Gelelim 6 Şubat’ta yaşanan ve 11 ili etkileyen depreme. Deprem sonrası herkesin dengesi ve döngüsü maalesef değişti. Orada yaşananlar tarifsiz ama aynı zamanda Türkiye’nin her yerinde birçok insan bu durumdan etkilendi. İlk hafta zaten herkes şoktaydı ama sonraki haftalarda “Hadi işe dönelim” dediğimizde insanların kafasında iki önemli konu vardı; bir tanesi “Bir gecede dünya değişiyor, benim yaptığım işin ne önemi var?” düşüncesiydi, ikincisi de; güven duygusu ve güven korkusuydu. Depremle birlikte insanların kafasında binlerce soru ve düşünce oluşmaya başladı. Bu düşünce ve sorular davranışlarımızda da değişikliklere neden oldu. İş hayatına baktığımızda, bir kere motivasyon düştü, anlam kaybı oldu, bununla birlikte de yıkıcı duygular hakim oldu ve stres yüklendik. Psikoloji dünyası da, burada insanlara psikolojik ilk yardım uygulamaya yöneldi. Psikolojik ilk yardım dediğiniz şey aslında, kişiyi dinlemek, onu anlamak, onun için destek unsurlarını yanında tutabilmektir ve bu sadece psikologların yapacağı bir şey değildir, her birimizin öğrenmesi gereken bir şeydir. İlk 10 günden sonra insanlar çalışırken utanmaya, yöneticiler ve işverenler de nasıl davranacaklarını, ne yapmaları gerektiğini şaşırdılar. Dolayısıyla iş dünyasında bir araf oluştu. İşte tam burada psikoloji dünyasının devreye girmesi gerekiyor.

“KRİZ DÖNEMLERİNDE ŞİRKETTEKİ DUYGU DURUMUNU BİLMENİZ GEREKİR”

  • Peki nasıl bir giriş yapması gerekiyor psikolojinin iş dünyasına?

Başımıza gelecek bir travmayla baş etmenin en iyi yöntemlerinden bir tanesi, kendinizi bir şeye adamaktır. Bu nedenle iş önemli bir süreçtir. Bu tür kriz durumlarında, işten kopmamalarını sağlamak, kişilerin duygularını ortaya çıkarmak, kendilerini ifade ediyor olmalarını sağlamak ve ortak bir hedefte buluşmak çok kıymetlidir. O nedenle deprem sonrası iş psikolojisini bu kadar çok konuşuyor olduk. Sadece evde oturduğunuzu düşünsenize ya da işyerinizde sadece depremi düşündüğünüzü düşünün. Yıkıcı duygular, yıkıcı düşünceler doğurur, yıkıcı düşünceler de olumsuz davranışlara sebep olur ve bu olumsuzluk bulaşıcıdır. Yıkıcı duygular toksiktir, hemen çevrenize de bulaşır. İşte burada o şirketteki duygu durumunu bilmeniz gerekiyor. Kim ne hissediyor? Yöneticiler bunu nasıl yönetiyor? Bunlar çok önemli kriterler. Bu durumların, tespiti için yürütülecek çalışmalara, verilecek eğitimlere üst yönetimden başlayıp, orada böyle bir felsefe oluşturup aşağı doğru inmeniz gerekir. Burada asıl iş işverene düşüyor. Üst düzey yöneticilerin, çalışanlar kadar belki buna zaman ayırmasını bekleyemeyebiliriz ama en azından durumu sahiplenmek, süreçle ilgili bilgi sahibi olmak, birlikte başlamak ve felsefeyi şirket içinde yaymak için çok önemli. Burada kültür dediğimiz şey; kişi kendisini güvende hissediyor mu? Kendi duygu durumunun farkında mı? Kendini doğru ifade ediyor mu? İfade ettiği zaman mobbing’e uğramayacağını biliyor mu? Zor zamanlarında tek başına mı kalıyor, yoksa destekleniyor mu? Kurucu ekip, kişinin varlığını ve güçlenmesini önemsiyor mu?

“DEĞİŞİME MECBUR KALMADAN, DEĞİŞİN”

  • Böyle bir afet sonrası, firmaların çalışan psikoloji ile ilgili çalışmalara olan ilgisinde bir artış eğilimi gözlemliyor musunuz?

Elbette, aslında bütün bu konu özellikle kriz dönemlerinde daha fazla konuşulmaya başlanır. Mesela bundan önce pandemide olumlu duygu haline geçmeyi konuştuk. Şimdi de gündemimiz deprem ama unutulan bir şey var bu böyle bir anlık da olabilecek bir şey değil. “Değişime mecbur kalmadan, değişin” diye çok güzel bir söz var. Dolayısıyla bir felaketin, bir depremin gelmesini beklemeden şirketlerin, bireylerin kendilerini ekiplerini ve ilişkilerini yönetebilme tarzlarını öğrenmeleri gerekiyor. Bunun bölgenizdeki toplanma yerini biliyor olmanızdan inanın hiçbir farkı yok. Deprem olduğunda kendinizi doğru yönetebilmeyi biliyor musunuz? Doğru nefes almayı biliyor musunuz? Yanınızdaki kişiyle nasıl konuşacağınızı biliyor musunuz? Bunların da ötesinde işe gittiğinizde arkadaşlarınızı nasıl dinlemeniz gerektiğini, onları nasıl güçlendirmeniz gerektiğini, arkadaşlarınızı nasıl dinlemeniz gerektiğini biliyor musunuz? Stres yönetimi sadece kriz dönemlerinde ihtiyacımız olan bir şey değil. Hayatın her yeri stres. Dolayısıyla endüstri psikolojisi, duygu zekası ve davranış bilimi bir kaynak, şirketlerin kullanmaları gereken önemli bir kaynak, birçok soruna çözüm sunan bir kaynak.

  • Şirketlerinde bu tarz çalışmalara önem veren firmaların kazanımları, buna zaman ve bütçe ayırmayan işletmelerin ise yaşanan deprem sonrası eksileri ne oldu?

Böyle bilimsel bir araştırma yok elimde ama elbette gözlemlerimi paylaşabilirim. Öncelikle bu süreçlere önem veren firmalar bu süreçte işe de daha kolay döndüler. Çünkü çalışanlar, iş verenin kendisine değer verdiğini, tüm fikrinin iş olmadığını biliyor. Benzer durumda olmayan şirketler de oldu. Depremin bir ertesi günü çalışanlarına çok farklı davranış şekilleri gösteren şirketler de oldu. O zaman ne oldu? O çalışan, o şirketten, o gün ayrılamadı ama ilk fırsatta ayrılacak.