Tüm dünyanın en büyük sorunlarından biri olan orman yangınları her yıl dünyanın farklı bölgelerinde çok büyük alanların tahrip olmasına neden oluyor. İnsan etkenli orman yangınları günümüzde hala ilk sırada olsa da yapılan araştırmalar sonucu iklim değişikliği sebebiyle ortaya çıkan yangın kuşağının gelecek dönemlerde daha da genişleyeceğini gösteriyor. Ormanlık alanlar sadece yaşamın kaynağı olması açısından değil, büyük bir ekonominin varlığını devam ettirilebilmesi açısından da çok önemli. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Silvikültür Anabilim Dalı Öğretim Elamanı Dr. Safa Balekoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, genel hatlarıyla orman yangınlarını ve alınması gereken önlemleri, Türkiye’deki endüstriyel plantasyonların mevcut durumunu, doğal orman ile endüstriyel ormanın farklılıklarını masaya yatırdık.

Endüstriyel plantasyonlar ile doğal ormanların farklılıklarını anlatan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Silvikültür Anabilim Dalı Öğretim Elamanı Dr. Safa Balekoğlu; “Dünya nüfusunun 2050’li yıllarda 10 milyara ulaşacağı ön görülmektedir. Hem artan nüfusla birlikte ormana ve orman ürünlerine olan talebin artması hem de iklim değişikliği ve küresel ısınma ile ormanlar üzerine olan baskıların artması küresel düzeyde bir problem olarak görülmektedir. 3.6 milyar metreküp civarından olan dünya odun tüketiminin, 2050’de 5-6 milyar metreküpe çıkacağı tahmin edilmektedir. Ülkemize baktığımızda, yaklaşık 200 bin hektarın üzerinde farklı türlerle kurulmuş endüstriyel plantasyon sahaları bulunmaktadır. Odun hammaddesinde dışa bağımlılığının ve asıl önemli olan doğal ormanlarımıza olan baskının azaltılması için endüstriyel plantasyonlara çok daha fazla ağırlık verilmesi aşikardır. Endüstriyel plantasyon sahalarımızı uzun vadede ülke ormanlarımızın yüzde 5’ine yani 1.1 milyon hektara çıkartmalıyız” dedi.

  • Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

1987 Trabzon doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği bölümünden 2011 yılında mezun oldum. Yine aynı bölümde yüksek lisans ve doktora eğitimimi sırasıyla 2015 ve 2021 yıllarında tamamladım. İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Silvikültür Anabilim Dalında 2014 yılından beri öğretim elemanı olarak çalışmaktayım. Bir dönem Orman Fakülteliler Derneği (ORFAMDER) Yönetim Kurulu Üyeliği ile bir dizi sosyal sorumluluk projelerinde görev yaptım. Aynı zamanda Orman Mühendisleri Odası İÜC Orman Fakültesi temsilcisiyim.

  • Türkiye’nin ormanlık alanları ile ilgili genel bir bilgi verebilir misiniz?

1973 yılında 20,2 milyon hektar olan orman varlığımız bugün 22,7 milyon hektara (ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık yüzde 29’u) ulaşmıştır. Ormanlarımızın yaklaşık yüzde 56’sı verimli (prodüktif), yüzde 46’sı ise verimsizdir. Bu ormanlık alanların çoğunu sırasıyla meşe, kızılçam, karaçam, kayın ve sarıçam türlerimiz oluşturmaktadır. İl bazında bakıldığında Karabük ve Kastamonu’nun yaklaşık yüzde 67’si, Muğla’nın yüzde 66’sı, Sinop ve Bolu’nun yüzde 64’ü, Antalya’nın yüzde 57’si, Bursa’nın yüzde 45’i, İstanbul’un yüzde 44’ü, İzmir’in yüzde 40’ı ve Ankara’nın yüzde 18’sinin orman olduğu görülmektedir. En fazla orman alanına sahip illerimiz Antalya yaklaşık 1.1 milyon hektar, Kastamonu 873 bin hektar ve Mersin 835 bin hektardır.

“Doğal ormanlarımıza olan baskının azaltılması için endüstriyel plantasyonlara ağırlık verilmeli”

  • Türkiye’deki endüstriyel plantasyonlar hakkında bilgi verir misiniz? Endüstriyel plantasyonlar ile ilgili Türkiye’de nasıl bir prosedür işliyor? Var olan plantasyonlar ülke talebini karşılayabiliyor mu?

Orman Genel Müdürlüğü (OGM) endüstriyel odun üretimini arttırmaya yönelik bir dizi tedbirler almıştır. Bu tedbirlerden bazıları baltalıkların koruya tahvili, bozuk ormanların ıslahı, orman bakımlarına (aralama gibi) tekniğine uygun şekilde ağırlık verilmesi ve en önemlilerinden biri de odunun değer kayıplarını azaltmak için dikili ağaç satışının artırılması gibi politikalar belirlemiştir. Ormanların ekonomiye katkısının artırılması için 11. Kalkınma Planında (2019-2023) “Odun hammadde ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak hızlı gelişen türlerle endüstriyel plantasyonların kurulması” öncelikli alanlarda olduğunu görmekteyiz. Bu çerçevede endüstriyel plantasyonlar için yaklaşık 165 bin hektar potansiyel alan tespit edilmiştir.

Endüstriyel plantasyonların en önemli bileşeni hızlı gelişen türlerden oluşmasıdır. Hızlı gelişen tür; Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 1970 yılında yaptığı tanımlamaya göre; “Yılda/hektarda 10 metreküpün üzerinde dalsız ve kabuksuz hacim artımı yapabilen” türlerdir. Ne demek yılda/hektarda 10 metreküp? Bu ifadeyi anlamak için şöyle örnek vereyim; 2019 verilerine göre, ülke ormanlarımız yılda/hektarda 2,1 metreküp artım yapmaktadır. Endüstriyel plantasyonların ortalama en az 10 metreküp/yıl/hektar artım yapması, doğal ormanların yaptığı ortalama yaklaşık 2 metreküp/yıl/hektar artımından en az beş kat üstünlük göstermektedir. İşte bu yüzden endüstriyel plantasyonlar, doğal ormanların bir nevi sigortası durumundadır. Türkiye’deki hızlı gelişen ağaç türlerinin yıllık üretiminin yaklaşık 3.7 milyon metreküp olduğu tahmin edilmektedir. Endüstriyel plantasyon kısaca, en uygun az eğimli sahalarda (biz buna I. ve II. bonitet diyoruz) hızlı gelişen türlerle kurulan, her türlü işlemin mekanizasyonla yapıldığı ve en fazla 30-40 yıl idare süresi ile işletilen plantasyonlardır diyebiliriz. Ülkemizde yıllık odun tüketimi 32 milyon metreküpü aşmış durumda. Bunun yaklaşık 26,3 milyon metreküpü Orman Genel Müdürlüğü tarafından üretilmekte, geri kalan beş milyon metreküpü özel sektör, 1,5-2 milyon metreküpü de ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Dünya nüfusunun 2050’li yıllarda 10 milyara ulaşacağı ön görülmektedir. Hem artan nüfusla birlikte ormana ve orman ürünlerine olan talebin artması hem de iklim değişikliği ve küresel ısınma ile ormanlar üzerine olan baskıların artması küresel düzeyde bir problem olarak görülmektedir. Dünya odun tüketimin 3.6 milyar metreküp civarından 2050’de 5-6 milyar metreküpe çıkacağı tahmin edilmektedir.

Yeryüzünün yaklaşık 4 milyar hektarını (yüzde 31) ormanlar kaplamaktadır. 1990-2020 yılları arasında küresel orman alanı 178 milyon hektar azaldı ki, bu yaklaşık Libya büyüklüğündeki bir alan. Dünyada hızlı gelişen türlerle kurulan toplam endüstriyel plantasyon alanları ise sadece yaklaşık 130 milyon hektardır. Dünyadaki endüstriyel plantasyonların dünya ormanlarının yüzde 10-12’sine yani 400 milyon hektara ulaşması gerektiğine dair bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. Ülkemize baktığımızda, yaklaşık 200 bin hektarın üzerinde farklı türlerle kurulmuş endüstriyel plantasyon sahaları bulunmaktadır. Odun hammaddesinde dışa bağımlılığının ve asıl önemli olan doğal ormanlarımıza olan baskının azaltılması için endüstriyel plantasyonlara çok daha fazla ağırlık verilmesi aşikardır. Endüstriyel plantasyon sahalarımızı uzun vadede ülke ormanlarımızın yüzde 5’ine yani 1.1 milyon hektara çıkartmalıyız.

  • Doğal ormanlar ile endüstriyel plantasyonların temel farklılıkları nedir?

Doğal ormanlar ile endüstriyel plantasyonların temel farklılıkları olarak şunları söyleyebilirim; doğal ormanlar türlere göre değişmekle beraber 80-150 yıl idare süresi ile işletilirken, endüstriyel plantasyonlar çok daha kısa süreli yani 30 yıl ve altında süre ile işletilmektedir. Endüstriyel plantasyonlarda temel amaç kaliteli odun üretiminden ziyade odun üretiminin çokluğudur (kantite). Doğal ormanlar ise kaliteli odun üretiminin yanında ekosistem restorasyonu, toprak koruma ve erozyon önleme, su üretimi gibi amaçlar için de işletilmektedir.

“İklim değişikliği nedeniyle orman yangılarının dünya çapında artması bekleniyor”

  • Yanan ormanlık alanların yenilenmesi ile ilgili genel öneriler nelerdir? Bu alanların kendini toparlaması ortalama kaç yıl sürecek?

Orman yangınları dünya çapında yaygın bir olgudur ve iklim değişikliği nedeniyle sıklıklarının artması beklenmektedir. Dünyada 100 milyon hektardan fazla orman, orman yangınları, zararlılar, hastalıklar, istilacı türler, kuraklık ve iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmektedir. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre; 28 Temmuz- 12 Ağustos 2021 tarihleri arasında 54 ilde toplam 299 orman yangını gerçekleşti. Adana, Antalya, Denizli, Isparta, Mersin, Muğla Bölge Müdürlüklerinde ise toplam 161 bin hektar alan yandığı, bunun yaklaşık 135 bin hektarının orman alanı olduğu, yanan servet miktarının ise 12 milyon metreküp olduğu (ülke ormanlarımızın toplam serveti 1.7 milyar metreküp) belirtilmektedir. Yaşanan bu yangınlar bilinen en büyük yangınlardan biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Bu yangınlardan en fazla zarar gören kızılçam ormanlarıdır. Kızılçam yangınla iç içe yaşamaya alışmış bir türümüzdür. Yani yangın sonrası kendisini doğal olarak yenileyebilen bir türdür. Dallarında sekiz-dokuz sene hiç açılmamış kozalaklar bulundurması ve bu kozalakların yüksek sıcaklıklarda yani yangın sonrası açılması önemli bir husustur. Kozalaklardan tohumlarını dökülmesi ile kendi neslini garanti altına almaya çalıştığını görmekteyiz. Ayrıca toprak altında kızılçam tohumlarının birkaç sene çürümeden ve çimlenme yeteneğini yitirmeden kaldığı ve yangın sonrası çimlenerek fidan oluşturması yine bu türün yangına adapte olduğunun kanıtlarındandır. Yangın benim kaderim ve yangın sonrası ne yapabilirimi iyi çalışmış bir türümüz kızılçam.

Yangın geçiren orman alanlarının yeniden orman örtüsüne kavuşturulması ve muhtemel orman yangınlarının etkisinin azaltılması maksadıyla “Yanan Alanların Rehabilitasyonu ve Yangına Dirençli Orman Tesisi Projesi” OGM tarafından uygulanmaktadır. Yanan alanlardaki emval en hızlı bir şekilde daha fazla değer kaybetmeden alınmalı ve ekonomiye kazandırılmalı. Yanan alanlar meşcere tiplerine (bölme/bölmecik) göre ayrı ayrı değerlendirilmeli. Öncelikle her bölmedeki ağaçlarda veya yangın sonrası dökülmüş kozalak olup olmadığı tespit edilmelidir. Yeterli tohum olmayan yerlere tohum takviyesi yapılabilir. Bazı makilik alanlarla ilgili özel bir işlem yapmaya gerek kalmadan, bu alanlar doğaya bırakılabilir. Özellikle dikkat edilmesi gereken tamamen yanan dik yamaçlarda biran önce toprak koruma ve erozyonu önlemek için önlemler alınmalıdır. Bu alanlar uygun orijinli kızılçam fidanları ile ağaçlandırılmalıdır.  Bu çalışmalar sırasında, dere vejetasyonu korunmalı, yangın riskini azaltmak amacıyla yangına dayanıklı türler (servi, keçiboynuzu vb.) yangın emniyet yol ve şeritleri kenarına dikilmelidir. Kızılçamın kendini güvence altına alacak tohum bankasına tekrar kavuşması için en az 15-20 sene gerektiği bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu yüzden yanan kızılçam ormanların en az 15 sene yangın görmemesi için bu alanların ciddi bir şekilde korunması gerekmektedir. Orman teşkilatı ulaştığı bilgi birikimi ve uygulama deneyimi ile bu işi başarma kapasitesine sahip olduğu da bilinmelidir.

  • Orman yangınları ile ilgili alınması gereken önlemler nelerdir?

İklim değişikliğinin, yangının daha önce yaygın bir sorun olmadığı bazı bölgeler de dahil olmak üzere, dünyanın çoğu yerinde daha uzun yangın mevsimleri ve daha şiddetli yangınlar getirmesi beklenmektedir. Orman yangınlarının yaklaşık yüzde 90’nının insan kaynaklı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki, tüm vatandaşlarımızın özellikle yangın sezonlarında çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Ormana atılan izmarit, cam, pet şişe gibi yanıcı maddelerin nelere sebep olacağı ile alakalı kamu spotlarının televizyonda, sosyal medyada yaygın hale gelmesi gerektiğine inanmaktayım. Orman yangınlarının çıkmasına ve yayılmasına mani olmak için her türlü fiziki ve beşeri tedbiri almak, orman yangınlarıyla mücadele tekniklerini geliştirmek ve güçlendirmek, yangına müdahale süresini kısaltarak yangın zararlarını en aza indirmek ve orman yangınlarında görev alan personeli eğitmek öncelikli ve önemli faaliyetlerimiz arasında yer almalıdır. Orman Bölge Müdürlüğümüz yangın ve yangını önleyici tedbirler hususunda derin bilgi ve tecrübeye sahiptir.