Bir medeniyetler mozaiği olan Mardin, sadece Türkiye’de değil dünyada da birçok dil, din ve kültürün en zengin buluşma noktalarından biri. Farklı kültürleri yüzyıllarca bir arada barış içinde yaşatan kent; tarihi, mimari yapısı ve geleneksel yaşantısıyla Güneydoğu Anadolu’da müze şehir olabilecek nitelikte.  Gidenleri kendine büyüleyen, binlerce yıllık tarihe sahip olan Mardin’de o kadar çok görülecek yer ve tadılacak lezzet var ki tavsiyemiz, Mardin tatilini kesinlikle kısa kesmemeniz yönünde…

Dinlerin, kültürlerin, halkların barış içinde yüzyıllardır birlikte yaşadığı dünyanın sayılı şehirlerinden biridir Mardin. Bugüne kadar çok sayıda kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmış ve halen çok kültürlü yaşam tarzı ile dünyaya örnek gösterilecek bir hoşgörü ve güven ortamına sahip Mardin, mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğu’nun şiirsel kentlerinden biri. Şehirde asırlardır beraber yaşayan Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Yezidiler gibi birçok topluluk, hem Paskalya’yı hem Ramazan Bayramı’nı yüzyıllardır birlikte kutlamaya devam ediyor. Öyle ki ezan sesinin kilise çanına karıştığı, Türk’ü de Kürt’ü de aynı anda bağrına basabilen bu çok dilli, dinli ve etnik gruplu şehir, insanoğlunun tüketmek üzere olduğu değerleri olan “barış, kardeşlik ve hoşgörünün” sembolü adeta.

Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, kalker ve lavlarla örtülü bir dağın eteklerindeki kent, Mardin platosunun güneyindeki tepenin, Kızıltepe ovasına bakan yamaçlarında kurulmuş. Bu konumuyla oldukça geniş ve verimli Kızıltepe ovasına hakim bir durumda olan kentin doğum tarihi İ.Ö. 3000 yılına dayanıyor. Şehrin adının kaynağına ilişkin birkaç görüş var. Kimine göre şehrin ismi, Süryanice ‘kaleler kenti’ demek olan ‘Marde’den geliyor. Romalılar’ın Süryaniler’den alarak ‘Maride’ dedikleri şehre, Araplar’ın ‘Maridin’ dediği kayıtlarda yer alıyor. Diğer bir inanışa göre ise şehrin adı, 3. yüzyılda bölgeye yerleştirilen savaşçı ‘Mardeler’ kavminden geliyor.

Adını her nereden aldığı belli olmasa da Mardin’in, tarihsel süreç içinde birçok medeniyete beşik olduğu kesin. Babiller, Asurlular, Hititler, Urartular, Persler, Selçuklular, Emeviler, Abbasiler, Anadolu Selçukluları, Artukoğulları ve Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapan Mardin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşim yerlerinin en eskisi ve Süryaniliğin neredeyse doğuş ve yayılış merkezi olmasıyla, oldukça renkli bir kültürel yapıya ve tarihi kalıntılara sahip. Mardin bölgesinin en eski yerleşimcileri olarak bilinen, Araplar ve Kürtlerle birlikte varlığını sürdüren ve hem dinsel hem de kültürel açıdan renklilik arz eden Süryaniler, dünya ve Türk toplumu açısından dikkatlerin buraya yoğunlaşmasına neden oluyor.

Şehrin manzarası görenleri büyülüyor

‘Taşın başkenti’ olarak da bilinen şehir, ortaçağda sarp kayalıklar üzerinde önceleri Mardin Kalesi’nin içinde, sonraları da güneyde çok meyilli bir yamaçta doğu-batı doğrultusunda çizgisel bir yerleşim düzeni şeklinde inşa edilmiş. Mardin Kalesi’nin eteklerine sarı kalker taşından basamak şeklinde yapılmış ve sanki üst üsteymişçesine duran Eski Mardin bölgesindeki geleneksel Mardin evleri sebebiyle şehre “gündüzü seyranlık, gecesi gerdanlık” deniyor. Çünkü gündüzleri kaleden seyrine doyum olmayan taş evler, geceleri aydınlatmanın da etkisiyle gerdanlığı andırıyor.

Mardin şehrinin bu coğrafi görünümü turizm için de çekicilik oluşturuyor. Ovaya doğru alçalan fay basamakları üzerinde biçimlenen konutların oluşturduğu böyle bir kesiti, Anadolu’nun bir başka şehrinde görmek mümkün değil. Bu fiziksel özelliğinden dolayı şehir tepeden bakanlara göz alıcı bir manzara sunuyor. Özellikle gece şehirden ovaya bakıldığında, karanlığa yansıyan ışıklar sayesinde, ovadaki köyler birer ada veya denizin ortasına demirlemiş gemi şeklinde görüntü veriyor.Bu manzara ve benzetmeler, Mardin’i ilk görenler açısından büyülü bir şehir yapmaya yetiyor.

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmeye aday

Mardin, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini pek çok eser barındırıyor. Ayrıca Mardin eşsiz mimarisi ve özgün kentsel dokusu ile korunmaya değer çok önemli sivil mimarlık örneklerini günümüze kadar koruyarak iletebilmiş ender kentlerden. Doğal çevre ve insan etkileşimi sonucu ortaya çıkan taş mimarisinin benzersiz ve değişik kültürlere ait sivil ve anıtsal yapılarını barındıran Mardin, bir ortaçağ kenti ve bir müze kenti andırıyor.Özenle işlenmiş taş evleri ile bu şehir, içinde dolaşan insanlara farklı bir zaman diliminde yaşandığı hissini verirken buram buram tarih kokuyor.

İşte bu yüzden Mardin, kültürel peyzaj alanı olarak UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmek için aday oldu. Mardin, Midyat, Savur merkezleri ile Dara Ören yeri, özgün yapılarıyla kentsel sit alanı olarak tescil edildi. Mardin-Midyat-Nusaybin üçgeninde yoğun şekilde Hristiyan yapılar görmek mümkün. ‘Tanrı Hizmetkarları Dağı’ olarak da bilinen ve 4. yüzyıldan itibaren burada 80 manastırın kurulduğu Turabdin Platosu şeklinde anılan tarihi bölgenin, 3 bin yıldan fazla Mezopotamya’da yaşayan Süryanilerin tarihsel yurdu olması, burada birçok manastır ve kilisenin kurulmasına ve günümüze kadar ulaşmasına neden oluyor. Öte yandan Mardin’de çok önemli Türk-İslam eserleri de bulunuyor. Mardin merkez ve ilçelerinde Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü’nce tescil edilmiş 665 adet tarihi bina mevcut.

7 yüzyıl Süryani Ortodoksların merkezi oldu

Tarihi kaynaklar, bu topraklarda her milletin herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan kendi lisanını konuştuğunu, kendi din ve mezhepleri üzerinde rahatlıkla ibadetlerini yapabildiklerini bizlere aktarıyor. Diğer din mensuplarının olduğu gibi, İslâm dinine mensup insanlar da bu bölgeye yerleşmiş, karşılıklı etkileşim ve birliktelik içerisinde, kendilerine yer edinmiş. Nitekim Mardin ve bölgesi, Anadolu’nun ilk medreselerinin inşa edildiği yer olarak tarihte büyük bir önem taşıyor.

İster etnik çeşitlilik olsun, isterse dinsel renklilik olsun şu bir gerçektir ki, Mardin tüm bunları içinde harmanlayan, her kimliğin hayat bulduğu, rahatlıkla kendisini ifade edebilmesine imkan tanıyan bu yapısını, dün olduğu gibi bugün de sürdürüyor. Çünkü Müslümanların bu bölgede hâkim duruma gelmeleri, kendilerini Hristiyanlığı ilk kabul eden kavim olarak niteleyen ve günümüzde de kiliselerine bağlılıkları ile öne çıkan Süryanilerin varlığını sürdürmelerine hiçbir zaman engel olmadı. Böylece Mardin, 7 yüzyıllık bir zaman diliminde Süryani Ortodoksların merkezi olarak işlev görmeye devam etti.

Mercimekli Köyü’nde dört dil, dört kültür yaşıyor

Mardin merkezinde yaşanan bu dayanışmayı köylerinde de görebilmek mümkün. Mardin’in Midyat ilçesinden yaklaşık 5 km mesafede bulunan Mercimekli köyünde, Mardin’in diğer yörelerinde olduğu gibi Türk, Kürt, Arap ve Süryaniler huzur içinde birlikte yaşıyor. Köy, şu an dünyada dört dili konuşan ve dört kültürü yaşayan tek yerleşim birimi.

Türkçe, Arapça,Süryanice, Kürtçeyi köyün tüm halkı ana dilleri gibi akıcı konuşabiliyor. Köyde dinler, diller ve medeniyetler arası ittifak hem teorik hem de pratik olarak hayata geçirilmiş durumda. Öyle ki, köydeki geleneğe göre Müslümanlar Ramazan ve Kurban bayramlarında önce Süryanilerin evlerine uğruyor, daha sonra kendi evlerine gidip aileleriyle bayramlaşıyor. Aynı şekilde Süryaniler de Paskalya Bayramı’nda önce Müslümanların evini ziyaret ediyor, burada yapılan bayramlaşmadan sonra da kendi dindaşlarıyla buluşup kutlama yapıyor. Bu bağlamda Türkiye’de belki de dünyada Müslüman- Hristiyan diyaloğunun en üst düzeyde yaşandığı bir yer olarak Mardin’i görmek mümkün.

Türkiye’nin en geniş kutsal sit alanlarından biri

Mardin; Subari, Hurri, Sümer, Akad, Mitani, Hitit, Asur, İskit, Babil, Pers, Makedonya, Abgar, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı döneminden birçok yapıyı bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir açık hava müzesi. Bu, şehirdeki dini tesislerin kapladığı alana bakıldığında çok daha iyi anlaşılıyor.

Mardin, dini tesis alanlarının toplam şehirsel alan içindeki oranı itibarıyla Manisa’dan sonra gelen Türkiye’deki ikinci şehir durumunda. Türkiye’nin en büyük ölçekli kutsal sit alanlarından biri olan Mardin’de, 251 geleneksel konut, 10 medrese, 11 kilise ve manastır, 25 camii ve mescit, 8 çeşme, 4 tekke ve zaviye, 3 hamam, 4 türbe, 5 çarşı ve han Korunması Gerekli Taş Kültür Varlıkları olarak kayıt altında bulunuyor.

Kentin tarihini müzelerinden öğrenin

Mardin tarihi sokaklarında geçmişin izini sürmek ve bir yolculuğa çıkmak, kentin tarihi hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin ilk uğrayacağı yer Mardin müzeleridir. Bu anlamda iki önemli adres var; Mardin Müzesi ve Sabancı Kent Müzesi…

1895 yılında patrikhane olarak yapılan Mardin Müzesi’nin binası, şehrin tarihi değerleri arasında yer alıyor. 3 katlı olan müzenin her katında tarihin farklı dönemlerine ait eserleri görebilirsiniz. Özellikle orta katta yer alan Asur ve Roma dönemlerine ait eserler dikkat çekiyor. 3. katın en değerli parçalarının başında ise Sürekli Köyü’nde yapılan kazılar sonucunda gün yüzüne çıkarılan define geliyor. Definenin içinde Bizanslılar, Zengiler, Eyyübiler tarafından kullanılan gümüş ve altın eserler var.

Sakıp Sabancı’nın girişimleriyle kurulan Sabancı Kenti Müzesi ise, Mardin’in Savurkapı Mahallesi’nde bulunuyor. Müzede Dilek Sabancı Sanat Galerisi de yer almakta. Sabancı Müzesi’nde Doğa-Deniz ve İnsan sergisine ev sahipliği yaparken, Dilek Sabancı Sanat Galerisi ise geçici sergilere ev sahipliği yapıyor. Mardin evlerinin arasında keyifli bir yolculu yaparken Sabancı Kent Müzesi’nin birbirinden özel koleksiyonlarını ziyaret edebilirsiniz.

En üst nokta için adres Mardin Kalesi

Eski Mardin’in en üst noktasında bulunan Mardin Kalesi de çok rağbet gören yerlerden biri. Şehirdeki en eski yapılardan olan ve onlarca medeniyet görmüş kaleye çıktığınızda, tüm şehir ayaklarınızın altında kalıyor.

Kartal yuvası olarak da bilinen Mardin Kalesi, birçok medeniyet tarafından kullanılmış çok önemli bir kale. Mardin Kalesi, günümüzde ise yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği yerler arasında yerini alıyor. Mardin’de görebileceğiniz diğer kaleler ise Anzavur Kalesi, Marin Merdis Kalesi, Fafih Kalesi ve Rabbat Kalesi.

Hayatı simgeleyen havuzuyla Kasımiye Medresesi

Görkemini ve ihtişamını yüzyıllardır korumayı başararak günümüze kadar gelmiş önemli tarihi kalıntılardan biri olan Kasımiye Medresesi, tam 700 yıllık bir geçmişiyle şehrin tarihi yapıları arasında yerini alıyor. Hem dış mimarisi hem de iç mimarisi göz doldurmaya devam ediyor. Burada en çok dikkati, havuzlu avlu geçiyor. Bu havuzun hayatı simgelemesi nedeniyle özel bir anlamı var. Suyun ilk aktığı havuz bebekliği, ikinci akan havuz çocukluğu, üçüncü uzun ince havuz gençliği, dördüncü kısa havuz yaşlılığı, suyun döküldüğü havuz ise mahşeri simgeliyor.

Mimari açıdan göz dolduran, şehrin merkezinde birçok yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen bir diğer medrese, Zinciriye Medresesi. 1385 yılında yaptırılmış olan medrese girişindeki taş işlemeler kesinlikle dikkatinizi hemen çekecek detaylar arasında. Hala eğitimin de verildiği bu medrese, Mardin’in üst taraflarında, kalenin hemen altında yer aldığı için harika bir manzaraya sahip. Size tavsiyemiz, görkemli kapısının önünde fotoğraf çektirmeniz…

Şehirdeki diğer medreseler arasında Muzafferiye Medresesi, Şah Sultan Medresesi, Melik Mansur Medresesi, Savur Kapı Medresesi, Altunboğa Medresesi, Şehidiye Medresesi, Marufiye Medresesi, Hatuniye Medresesi yer alıyor.

Kırklar Kilisesi, 6. yüzyılın ortalarından bugüne ayakta

Tarihler boyunca Anadolu’daki en önemli Hristiyanlık merkezlerinden biri olan Mardin’de gezerken bir caminin hemen ilerisinde bir kiliseye rastlayabilirsiniz. Mardin’de pek çok kilise ve manastır hala ayakta ve çoğu da aktif olarak kullanılıyor.

Mardin’de en çok ziyaret edilen kilise olan Mar (Aziz) Behnam Kilisesi, Süryani Kadim (Ortodoks) cemaatine ait. Halk arasında Kırklar Kilisesi olarak da bilinen Cumhuriyet Meydanı’na çok yakın olan bu kilise, Mor Behnam ile kız kardeşi Saro adına 569 yılında yapılan 6. yüzyılın ortalarına ait bir yapı.  Mardin’in,  1293’te Süryani Kadim Patriklik Merkezi olduktan sonra halkın ruhani ve idari işlerinin idare edildiği kilisenin, doğu-batı yönünde 12 masif sütun üzerine oturtulmuş kemerlerle taşınan tavan bölümü, düzgün kesme taşlarla örülü bulunuyor.

Bu arada şehirdeki gezi listenize; Gurs Vadisi’ni, Mor Yakup Kilisesi, Mor Mihail Kilisesi, İzozoel Kilisesi, Mor Yusuf Kilisesi, Mor Evgin Manastırı, Mor Cırcıs Manastırı, Mor Dimet Manastırı’nı ekleyebilirsiniz. Mardin’i yakından tanımak tarihine tanıklık etmek, geziniz sırasında sizi daha çok meraklandıracak ve bir o kadar büyüleyecek.

Güneş tapınağı üzerine kurulan Deyrulzafaran Manastırı

Dinlerin kardeşliğinin sembolü Mardin’deki görülmesi gereken bir diğer yer Deyrulzafaran Manastırı. Mardin şehrinden 5 km. doğuda bulunan Deyrulzafaran, Kızıltepe ovası ile Mardin platosunun birleştiği yerde konumlanmış durumda. Çok yüksek olmayan bir tepenin üzerinde M.Ö. 4000 yılında Süryaniler tarafından inşa edilen manastırın adı, yapımında kullanılan zafaran yani safran çiçeklerinden ve taşının renginin sarımsı bir renk almasından geliyor. Bir rivayete göre, burada 12 bin azizin kemikleri bulunuyor. Bu nedenle Onikibin Aziz Manastırı olarak da anılıyor.

Süryanilerin haç yeri de sayılan dünyaca meşhur manastırın kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekanlardaki taş nakışları oldukça ilgi çekici. Milattan önce Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilen manastır, günümüzde hem diasporada yaşayan Süryaniler hem de Ortadoğu’da ve Hindistan’da yaşayan Süryanilerin en önemli dini merkezlerinden biri. İçinde 52 Süryani patriğinin mezarı bulunan Deyrulzafaran Manastırı, dünyanın dört bir yanına dağılmış Süryaniler tarafından dua ve bereket almak için ziyaret ediliyor.

[su_custom_gallery source=”media: 348629,348628,348641″ limit=”30″ link=”image” target=”blank” width=”300″ height=”150″ title=”never”]Ligna[/su_custom_gallery]

Mor Gabriel, Ortaçağ’da doğunun en meşhur manastırıydı

Mardin’in ikinci önemli manastırı olan Mor Gabriel Manastırı, 397 yılında yani 1600 yıl önce Mor Samuel ve Mor Şemun tarafından kurulmuş olmasıyla dünyanın en eski Hristiyan manastırlarından biri olma özelliğine sahip bulunuyor. Ortaçağ’da bütün doğunun en meşhur manastırı olduğu ve parlak devrinde içinde 300 rahibin yaşadığı söylenen manastır, bu yönleriyle, Süryani kültürünün ve dini yapısının şekillenmesi ve gelişmesinde tarihte önemli görevler üstlendi.Midyat ilçesine 23 kilometre uzaklıkta olan ve Deyrulumur Manastırı olarak da bilinen manastırın ünü,İstanbul ve Roma’da oturan kralların kulağına kadar gidecek kadar ün saldı. Mardin’de mutlaka görmeniz gereken mekanlardan biri olan Mor Gabriel Manastırı, hareketli terasları, kubbeleri, abbaraları, çan kuleleri, kapıları ve mozaikleri ile kesinlikle sizi etkisi altına alacak.

Mezopotamya’nın Efes’i, Dara

Nusaybin ilçesinin 30 kilometre uzağındaki Dara Harabeleri, Mardin’e gelenlerin görmeden dönmemesi gereken tarihi bir şehir alanı. Zindanı, sarayı, sarnıçları, su bendi, su kemerleri, köprüsü, kilisesi, tophanesi, tiyatrosu, çarşısı, surları ve iç kalesi ile ne kadar ihtişamlı ve zengin bir geçmişe sahip olduğunu gösteren Dara antik kenti, Eski Mezopotamya’nın en önemli kentlerinden birisi olarak biliniyor. Medeniyetin başladığı yer şeklinde tanımlanan ve Mezopotamya’nın Efes’i olarak yorumlanan Dara, bugün üzerindeki çalışmalar halen devam etse de ortaya çıkan kısımlarıyla bile görenleri büyülemeye yetiyor.

Keşiflerle dolu Dara Harabeleri, Darxis tarafından M.Ö. 530-570 tarihleri arasında yaptırılmış ve önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Bu gizemli yerleşim alanında bulunan ve 6. yüzyılda yapıldığı sanılan Dara barajının, dünyada belgelenmiş en eski kemer barajı olduğu da biliniyor.

Kaya içine oyulan yapılardan oluşan Dara kenti, çevresi ile birlikte geniş bir alana yayılıyor. Kentin doğusunda yer alan kaya mezarları Kuruçay’a kadar uzanıyor. Bu mezarlıkların Mezopotamya’nın en eski mezarlıklarından biri olduğu söyleniyor. Çevresi 4 km’lik bir surla korunan kentin, güney ve kuzeye açılan iki kapısı var. İç kale, kentin kuzeyinde ve 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğüne kurulu bulunuyor.

Kent içinde kilise, saray, çarşı, zindan, tophane ve su bendi kalıntıları halen görülebilmekte. Köyün kuzeyinde, güneye doğru inen kayalar oyularak görkemli bir su bendi inşa edilmiş. Bentte bugün bile su bulunuyor. Ayrıca köyün etrafında tarihleri Geç Roma dönemine kadar giden mağara evlere rastlanıyor.Ulaşım imkanlarının uygun olmasının sonucu, yerli ve yabancı turistler tarafından ilgi duyulan Dara, yöreye yapılan tur programlarında da yer alıyor. Muazzam sarnıçları ve kaya mezarlarıyla adeta doğunun ve batının harmanlandığı bir yer olan Dara’ya giderseniz, kentin tarihini ve özelliklerini daha iyi öğrenmek için rehber eşliğinde gezmenizi tavsiye ederiz.

Çarşılarından hediyelik eşya alabilirsiniz

Mardin gezinizin en keyifli duraklarından biri de Mardin çarşıları olacak. Geleneksel el sanatları ürünlerini görebileceğiniz ve kent esnafıyla keyifli sohbetler yapabileceğiniz çarşılarda gezinirken sevdiklerinize hediyeler de alabilirsiniz. Bunun için de rotanızı Mardin’in en çok ziyaret edilen Kayseriyye (Bezestan) ve Revaklı (Tellallar)çarşılarına çevirmeniz gerekiyor.

Şehrin simgesi, geleneksel taş evleri…

Şehirde görülmesi gereken pek çok yer olsa da Mardin denince akıllara ilk olarak Eski Mardin bölgesindeki geleneksel Mardin evleri geliyor. 1979 yılında kentsel sit alanı ilan edilen geleneksel taş evleri, şehrin bir anlamda simgesi olmuş durumda. Mardin, Midyat ve Savur ile birlikte Mardin platosu üzerindeki tüm kırsal yerleşmelerde görülen geleneksel taş evlerin ortaya çıkışında, yakın çevrede bulunan yerel malzeme önemli rol oynuyor. İlde büyük miktarda bulunan ve daha çok Midyat ve yakın çevresinden çıkarılan sarımsı kalker, Mardin evlerinin her aşamasında kullanılmakta. Bunun sonucunda geleneksel evlerin bulunduğu tarihi Mardin şehri, aynı zamanda “Beyaz Mardin” adı ile de anılıyor.

Taş işçiliğinde önemli bir yere sahip olan Mardin’deki evlerde, çeşitli motifler kullanılmış durumda. Evler genellikle 4 metre yükseklikte duvarlarla çevrelenmiş ve sokaktan ayrılmış. Özellikle kış aylarında soğuktan korunmak için düzenlenen evlerde yazlık adı verilen iç avlu bulunuyor. Bir Ortaçağ şehri özelliği taşıyan Mardin ve Midyat’ta ne şehir dokusu ve ne de geleneksel evlerin hiçbirisi bir mimar tarafından tasarlanmış değil. Buna karşılık, gerek iç dizaynı, gerek diğer özellikleri ve gerekse şehir dokusunda oluşturdukları yapılaşma düzenleri ile bir mimarın planlamasına meydan okuyacak nitelikte.

Turistik ürün olma özelliği taşıyan Mardin platosu üzerindeki taş evlerin, yamaçlara ve sırtlara kurulması şeklinde kendine özgün bir yapılaşma düzeni var. Eğimli arazi üzerinde, teraslama biçiminde yapılan evler, bu özelliğiyle turizm açısından daha çok dikkat çekiyor.

Turizm, el sanatlarını canlandırıyor

Mardin’de turizmde kullanılan veya bu amaç için önemli potansiyele sahip birçok geleneksel el sanatı mevcut. Bunların başında telkârî, taş işlemeciliği, bakırcılık, ahşap oymacılığı, semercilik, bitkisel sabunculuk, ev şarapçılığı geliyor. Bakırcılık kendine ait özel çarşısında yüzyıllardan beri devam ederken, Midyat’ta daha fazla yapılan telkârî sanatı da turizm ile birlikte giderek canlanıyor. Taş işçiliği ise yok olmaya yüz tutmuş iken restorasyonların artması sayesinde günümüzde varlığını devam ettiriyor.

Mardin’in en eski camisi, Ulu Camii

Mardin’in tam göbeğinde inşa edilmiş olan Ulu Camii’nin hangi tarihte yapıldığı bilinmemekte. Ancak elde yazılı bir kaynak bulunmasa da caminin kapısında 1190 tarihinde yapıldığı yazıyor. Mardin Ulu Camii, dört büyük meshep olan Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki’ye hitap ediyor. Aynı zamanda minarelerinde cennetle müjdelenmiş 10 sahabenin ismi yazıyor.

Bir diğer önemli cami olan Melik Mahmut Camii, Mardin’in doğasına, tarihine ve mistik atmosferine farklı bir görsellik sunan yapılardan biri. Savur kapısına doğru uzanan yolun kuzeyinde bulunan cami, 14. yüzyılla tarihlendirilmekte. Mimarisi yatık dikdörtgen şeklinde olan caminin, ana girişi taş işlemeden yapılmış. Mardin’de eğer isterseniz Şeyh Çabuk Camii, Pamuk Camii, Reyhaniye Camii, Latifiye Camii, Kızıltepe Ulu Camiiyi de gezebilirsiniz.

Mağaralar kenti, Midyat

Mardin’de turistik öneme sahip ikinci noktayı, tarihsel dokusu Mardin gibi fazla bir bozulmaya maruz kalmamış olan, bir ortaçağ şehri görünümündeki Midyat oluşturuyor. Bazı kaynaklara göre şehrin kuruluşu M.Ö. 2000’li yıllara kadar gidiyor. Şehrin adının, ‘Mağaralar Kenti’ anlamına gelen ‘Matiate’den türediği tahmin ediliyor. Estel ve Eski Midyat olmak üzere iki kısımdan oluşan Midyat’ta turistik çekiciliğe sahip olan kesimi Eski Midyat oluşturuyor. Estel’de sadece Müslümanlar yaşarken, Eski Midyat kesiminde ise Süryaniler ile Kürt Müslümanlar birlikte bulunuyor. Gümüş işçiliği telkâri ile de ünlenmiş olan Eski Midyat, tarihi kiliselerin (6 adet), tarihi camilerden (2 adet) fazla olduğu Türkiye’deki tek yerleşim.

Bu lezzetleri başka yerde bulamazsınız

Mardin’de Türkiye’nin diğer yerleşmelerinde bilinmeyen birçok yemek çeşidi var. Birçok kültürün bir arada yaşaması, mutfağa da zenginlik katmakta.

Bir tür işkembe dolması olan kibbe, işkembenin et, pirinç, nane, yeni bahar ve isteğe bağlı olarak nohutun dahil olduğu, doyuruculukta üstüne tanımayan lezzetlerden. Mardin’de tadılacaklar arasında bulunan Mardin içli köftesi, lezzetiyle büyülüyor. Haşlama ve kızartma içli köfte olarak iki şekilde bulunan içli köftelerin adları gibi yapılmaları da değişik. Haşlama içli köfteye Mardin’de “ikbebet”, kızartma içli köfteye ise “irok” deniliyor.  Kaburga dolması da Mardin’in yöresel tatlarından biri.

Ceviz büyüklüğündeki kıymalı harcın yarım soğanların içine doldurulup salçalı suya bulanmasının ardından fırınlanmasıyla yapılan soğan kebabı, şehirde mutlaka tatmanız lezzetler arasında. Ayrıca sembusek, bacanak çorbası, katıklı dolma, erik yahnisi, peynir helvası, belloğ adı verilen mercimekli köfte, babağannuç en önemli yöresel yemekler olarak sayılıyor.

Mardin’de çeşitli çorbalardan damak tadınıza uygun olanı bulmanız oldukça mümkün. Bu çorbaların arasında lebeniye, un çorbası, mercimek çorbası, kelle paça, nohut çorbası, çörten, ginedir çorbası ve domates çorbası bulunmakta. Tahmin edebileceğiniz gibi çıkış yerleri Mardin olunca çorbaların lezzeti de bir başka oluyor.

Öte yandan mırra denen acı kahve, bölgenin diğer illerinde olduğu gibi, Mardin ilinde de önemli bir içecek. Kahvenin birkaç kez demlenmesi ile hazırlanan bu özel kahve öyle sert ki bildiğimiz Türk kahvesi fincanından bile küçük ve kulpsuz bardaklarla ikram ediliyor.

Ayrıca Mardin’de bağcılığın önem kazanması nedeniyle üzüm sucuğu, pekmez ve pestil (harire) önemli yiyecekler arasında sayılabilir. Yöreye uygun olan harire tatlısı ise pekmez, un, toz şeker ve tarçın gibi basit ve birbirine pek yakışan malzemelerle hazırlanıyor