Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Türkiye’nin ekonomik yapısına baktığımızda son yıllarda pazar çeşitliliği için ciddi uğraşlar verse de, halen değişmeyen bir döngüsü var. Üretim yapabilmek adına zorunlu ithalatını dolar ile gerçekleştirirken, her iki ürününden birini Avrupa pazarına satarak avro gelir elde ediyor.

Öncelikle orta ve uzun vadede pazar çeşitlemesinin hem ülke ekonomisi adına hem de firmaların ihracat bölgelerini çoğaltması adına çalışmaların hız kaybetmeden devam etmesi gerekiyor.

Yine önemli başlıklardan biri, gelir / gider dengesi içerisindeki uyumsuzluğu ortadan kaldırmak ve katma değer elde etmek için, ithal edildiği halde, yurtiçinde üretilen ya da üretilebilecek alanların desteklenmesinin de faydası büyük.

Bu, makro düzeyde ekonomi yönetimi için gereklilik olduğu kadar, mikro bazda firmaların ve sektörlerin arz güvenliğinden rekabet edebilirliğine kadar bir dizi zorunluluk nedeniyle kendi içinde de ders çalışılmasını gerektiren bir başlık. Bu haliyle dış ticaret fazlası veren bu sektörün, meseleyi detaylı bir biçimde çalışarak, eyleme geçip Türkiye’ye de örnek olma potansiyeli bulunuyor.

Ama altını çizdiğim gibi bunlar hep orta ve uzun vadede kurguyu değiştirecek eylemler. Bugün itibariyle baktığımızda avro/dolar paritesindeki sıkışmışlık ve bire bir noktasının dahi altına gelip tersine bir seyir izlemesi acil bir müdahaleyi zorunlu kılıyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe’nin Eylül 2022 başı itibariyle yaptığı açıklama, yılın sekiz ayında yüksek ihracat potansiyeline karşılık, üreticiye 8 milyar dolar ek yük getirdiği gerçeğini ortaya koydu.

Bu süreci AB ekonomisinin, daha agresif tavırlar sergileyen ABD ekonomisinin aksine daha muhafazakar hareketler yapacağını dikkate alarak okursak, bir acil eylem planına ihtiyaç olduğu açık.

Bu kapsamda ihracat gelirlerinin yüzde 40’ının TL olarak Merkez Bankası’na, kredi talebi doğrultusunda da yüzde 30’unu çalıştığı bankaya park edip, bir ay boyunca döviz talebinde bulunmamasını öngören düzenlemeyi mercek altına almaya ihtiyaç var.

Böylesi bir hamle, zaten maliyetlerini yansıtamayan, bu haliyle yüzde 65’i aşkın bir üretici maliyeti farkıyla hayatını idame ettiren, yüzde 50 elektrik ve doğalgaz zammını son olarak önünde bulurken, işgücü maliyetleri artan ama işçisini memnun edemeyen reel sektör için acil uygulanacak bir yöntem olabilir.

Çünkü günün sonunda Türk üreticisini ayakta tutmak gerekiyor. Zaten pariteden sıkışan, maliyetleri yükselen ve dünyadaki yavaşlayan büyümeye karşılık iş hacmi riski taşıyan, bu uygulamayla kur riski arttırılmış bir reel sektörün sahip çıkılmaya ihtiyacı bulunuyor.

Finans dışı reel kesimin yurtdışı borçlanma miktarlarındaki düşüş de, dış kaynak bulunamadığını gösteriyor. Sermaye yapısı kısıtlı olan, içte birbirine destek olup, vade açarak Türkiye ekonomisine katkı sağlayan üreticinin, sanayicinin nefes alır hale gelmesi gerekir.

Zira bu öylesine yaman bir çelişki ki, gerekirse zararına mal satmak zorunda kalınıyor. Bunun en açık nedeni ise yurt dışı pazarlarda pozisyonunuzu minimum 5 senede belirleyebiliyorsunuz; ama bir hamleyle devre dışı kalıp pazarı kaybedebiliyorsunuz.

Bir diğer zorunluluk ise enflasyon muhasebesine geçilerek fiktif kazançlardan doğan vergilerden kurtarılması. Bu iki hamle sanayiciyi büyük ölçüde rahatlatacaktır. İstihdamdan ihracata her açıdan Türkiye’nin koşullar ne olursa olsun üretmeye devam eden üretim sevdalılarına sahip çıkılmalı. Çünkü onlar Türkiye’nin işleyen çarkları ve çok kıymetliler.