Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Kurumsallaşma sözünün ilk çıktığı 90’lı yılları hatırlayacaksınız. Neredeyse herkesin logosu, antetli kağıdı değiştirildi ve denildi ki; “Siz kurumsallaştınız” Elbette böyle bir şey yoktu.

Fakat bir kavramın önemi artınca, doğal olarak bir piyasası oluşuyor ve o piyasada bilen de bilmeyen de hizmet fiyatı rekabeti yaparak “salt satış odaklı” yaklaşımlarla, yanılgıların ortaya çıkmasına neden oluyorlar. Neyse ki; o süreç şimdilik atlatıldı. Yani bugün herkes kurumsallaşma denildiğinde, bu söylenenlerin yeterli gelmediğini bilecek bilince ulaştı. Ama kabul edelim ki, o arada çok firmanın da canı yandı.

Sonra kurumsallaşmada ikinci faza geçildi. Denildi ki, “Türkiye’deki işletmelerin çoğu aile şirketi. Aile yapılanması içerisinde kurumsallaşma olmaz. Profesyonellere görevi devrederek kurumsallaşabilirsiniz.” Tamamen yanlış değil ama eksikti… Çünkü kriter olarak salt aile bireylerini dışarı çıkaran bir yaklaşım üzerine kurgulanmıştı. Oysa burada anahtar kelime liyakat olmalıydı.

Bu da kısa sürede yine fiyat odaklı yaklaşımlarla yanlış profesyonellerin firmalara girmesine, hatalı kararlara imza atmasına ve biraz da güç mücadelesi içinde firmaların zaman kaybetmesine neden oldu. Elbette ortaya zararlar çıkınca da “kasada bildik biri dursun” hastalığı öne çıkarak firmaların patinaj yapması sonucunu doğurdu. Bugün geldiğimiz noktada ise bunun da modası geçti.

Şimdi de karma bir sistemden söz ediliyor. Fakat yine konuşulmayan “Neden kurumsallaşmalıyım?” sorusunun yanıtı. Artık her önüne gelenin danışman olduğu süreçler, nispeten azaldı. Son derece bilimsel yaklaşımlarla, danışman olarak değil, yol arkadaşı olarak sürece dahil olan gerçek uzmanlara daha çok rastlar hale geldik.

Şüphesiz diğer kesim sıfırlanmadı.

Bunu da garipsemiyorum. Çünkü ekonomilerde bir yerde pazar varsa, herkes oradan pay alma yarışına girer. Girmemelidir! Bu birtakım sertifikasyonlarla engellenmelidir; ama girer. Buna da serbest piyasa kavramının da kemiklerini sızlatarak atıfta bulunulur.

Belki de günümüzde dijitalleşme süreci bu anlamda bizlere çok daha somut kontrol mekanizmalarını getiriyor. Sübjektif değerlendirmeleri ortadan kaldıran, verinin performansı ortaya koyduğu, yönetimin bilimsel esaslar üzerinden yapıldığı bir ortama adım attık.

Ama yine yetmez. Ortadaki verilerin doğru okunması, bilgi haline gelmesi, ehil kişilerin elinde değerlendirilmesinin yapılması gerekir. Aksi takdirde o da bir çöp yığınından ibaret olur. Tüm bu gerçekler ışığında meseleye baktığınızda kurumsallaşma kavramını kişilerden ve yapılardan uzak değerlendirmek gerekiyor. Bu bir zihniyet değişimi. Herkesin görev tanımlarının yapıldığı, görevlere liyakatli kişilerin getirildiği, hatta bu kişilerin takım olmasının sağlandığı, inisiyatiflerin değil, sistemin işlediği yapılar, firmaları yarına taşıyacak.

Kurumsallaşma, aslında firmanın yarına kişilerden bağımsız olarak taşınmasını sağlayan sistemin tarifidir. Geleceği, pazarı, müşteriyi, ürün değişimini doğru okuyan, bunu liyakatli kişilerle, gerçekçi bir tavırla yöneten, kişi değişimlerinde çok büyük sapmaların yaşanmadığı yapılar kurmalıyız. Yani bu kavramı firmayı da bir birey olarak kabul edip, onun haklarına saygı gösterip, evladımız gibi görerek baskı kuran yapıdan kurtarmamız lazım. Bunu bilhassa belirttim çünkü yeni yaklaşımda evladınızın üzerinde de baskı kurmamanız gerekiyor.

Onun yolculuğunda ona eşlik edip, rehberlik yapan bir yol açıcı olmak nasıl gerekiyorsa, aynı yaklaşımı firmalarınıza göstermeniz gerekiyor. Buna giden yolun adına kurumsallaşma diyoruz.