Verdiği şifa, sunduğu güzellikler, yaydığı mis gibi kokusu ile çağlar boyunca pek çok uygarlık tarafından kutsal kabul edilmiş, gölgesine kurulan mahkemeler sebebiyle Mahkeme Ağacı olarak da anılmış ıhlamur ağacı, mitolojide de duygulu bir aşk hikayesine tanıklık ediyor…

Mevsim kış… Dışarıda kar, tipi, buza kesmiş her yer… Dışarının soğuğuna inat sıcacık bir ev… Küçük bir oda, camın önünde bir divan, ortada bir soba… Sobanın üzerinde fokurdayan emaye çaydanlık, odaya yayılan buram buram ıhlamur kokusu… Çocukluğu 80’ler ve 90’ların başına denk gelen pek çok kişinin yabancı olmadığı bir görüntü…

Kokuların hafızası vardır. Ne zaman o kokuyu duysanız gözünüzde canlanır anılar, tatlar, yaşanmışlıklar… Anadolu’nun belki de en hafızası olan kokularından birisidir ıhlamur. Şimdilerde sadece soğuk algınlığında içilen ıhlamur, bir vakitler her evde, her vakit, taze kaynatılan, eşe dosta misafire ikram edilen sofraların baş tacı bir çaydı.

İlkbaharda açan çiçekleri ile özellikle mayıs ortasından itibaren bütün sokakların mis gibi kokmasına sebep olan ıhlamur hem verdiği şifa, hem sunduğu güzellikle, çağlar boyunca çok değerli bir ağaç olmuş.

Germen ve Slavlar için kutsal

Güzel kokulu çiçeklerinden dolayı gölge ağacı olarak yetiştirilen ıhlamur, Orta Avrupa’da birçok köyde vardı. Her köyün merkezinde bir ıhlamur ağacı bulunur, bu ağacın altında festivaller düzenlenir, alışverişler yapılır, gelinler burada görücüye çıkar, hatta köy mahkemeleri burada kurulurdu. Bu sebeple Mahkeme Ağacı olarak da bilinen ıhlamur ağacı, Germen ve Slav halkları tarafından kutsal kabul edilirdi.

Ihlamur ağacının Yunan ve Roma Mitolojisi’nde de yeri var. Efsaneye göre; Bergama’nın zengin ve bereketli ovasında, Frigya dolaylarındaki bir kentte, küçük kulübelerinde Baukis ve Philemon isimli fakir ama mutlu bir çift yaşarmış. Bu çift, bahçelerinde yaşamlarını sürdürmelerine yetecek kadar sebze ve meyve yetiştirir, kendi şaraplarını yapar, ormandan yakacak odunlarını toplar, birlikte oldukları için tanrılara minnetle dua ederek, mutluluk ve huzur içinde yaşarlarmış.

Mitolojideki derin hikayesi

Tanrı Zeus ise, yaşadığı Olympos Dağı’ndan Frigya Krallığı’nın Bergama ovasındaki insanları, düşünceli gözlerle izlermiş. Çünkü; verimli ovada yaşayan zengin kulları, bir zamanlar tapınaklarını hiç boş bırakmaz, küp küp şaraplar, kurbanlık hayvanlar ve değerli armağanlar getirirken, son zamanlarda pek uğramaz tanrılarına sunularını eksik etmeye başlamışlar..

Zeus, oğlu haberci tanrı Hermes’i yanına çağırarak, onunla tebdili kıyafetle, iki yoksul köylü görüntüsünde ölümlülere bir ziyaret yapıp tanrıları neden unutup ihmal ettiklerini anlamak için yola koymuş.

Kimi kaynaklara göre bugünkü Bergama, kimine göre ise Kapadokya civarına gelen iki tanrı, iki fakir yabancı görüntüsünde evlerin kapısını çalmaya başlarlar fakat; çaldıkları her kapı ya açılmaz, ya da açılmasıyla kapanması bir olur. Bu insanların iki yoksula verebilecek ne bir tas çorba, ne bir dilim ekmek, ne de bir kupa şarabı vardır. Burada gördüklerinden hiç hoşlanmadıkları gibi, kalacak yer istedikleri hiçbir ev sahibi tarafından da misafir olarak kabul edilmezler.

Çaldıkları tüm kapılar yüzüne kapanan Zeus ve Hermes, son çare ormanın kenarındaki küçük kulübeye doğru yönelirler. Kulübenin kapısını açan Philemon, karşısında iki tanrı misafirini görünce sevinçle buyur eder içeriye. Basit bir kulübede yaşayan yaşlı çift, iki adamı kabul eder ve tüm yoksulluklarına rağmen son derece cömert davranırlar. Ocağın kenarına oturttuğu soğuktan titreyen misafirlerini ısıtmak için ateşi harlandırırlar, sıcak sularla ayaklarını ovup güzelce kurularlar. Baukis, fakir mutfağında eline geçirdiği yiyeceklerle hızlıca pişirdiği yemeği masaya getirir. Bir yandan telaşla kendilerini ısıtıp doyurmak için bir o yana bir bu yana koşturan, diğer yandan kendileriyle tatlı tatlı sohbet eden bu sevgi dolu çifti hayranlıkla izler tanrılar.

Misafirlerine şarap ve yemek ikram eden Baukis, bir an fark eder ki, görünmez bir bereket sayesinde iki adam yiyip içtikçe sofradan hiçbir şey eksilmiyordur! O an yaşlı çift, iki adamın tanrı olduğunu anlar ve herhangi bir hata yaptılarsa kendilerini bağışlamalarını isterler. Zeus buna gerek olmadığını, evlerini onlarla beraber terk etmelerini söyler. Çünkü konukseverlik göstermeyen herkesi ve kasabayı yok edecektir. Bunun üzerine tanrılarla beraber dağın zirvesine çıkan yaşlı çift, kasabanın sular altında kaldığını görür; fakat kendi kaldıkları kulübe, artık gösterişli bir tapınağa dönüşmüştür.

Zeus yaşlı çifte evleri olarak tapınağı gösterir ve ‘’Ey iyi ve cömert insanlar! Dileyin benden ne dilerseniz’’ der. Bu yaşa kadar birbirlerinin aşkından başka bir şeyleri olmamış, bu durumdan ve hallerinden her zaman mutlu yaşamış iki yaşlı insanın ne beklentisi olur?

İki aşık ıhlamur ve çınarda vücut bulmuş

‘’Tanrım ben asla Philemon olmadan yaşayamam, onu da bensiz bırakamam’’ der Baukis. Sevgiyle karısının ellerini tutan Philemon, ‘’Bizim en büyük mutluluğumuz birlikte olmamız. Ne karım gömüldüğümü görsün, ne de ben onu kucağımda mezara koyma acısını yaşayayım. Senden tek dileğimiz hayatta olduğumuz günleri birlikte geçirip dünyadan birlikte ayrılmak’’ diye ekler.

Zeus, bu isteği yerine getirecektir. Baukis ve Philemon, kulübelerinin yerinde yükselen Zeus’un tapınağının rahip ve rahibesi olarak yaşarlar uzun süre. Ölüm vakti geldiğinde birbirini çok seven bu yaşlı karı koca, iç içe geçen iki farklı ağaca dönüşür. Derler ki; onlar artık aynı gövdede birleşen çınar ve ıhlamur ağacı olmuştur.

Arıcılıkta, mobilyacılıkta kullanılıyor

Ihlamur ağacı çiçeği, yaprakları ve kabuğu ile şifa dağıtırken, odunu ile de birçok sektörün hammaddesi. Doğramacılıkta kıymetli olan beyaz ve hafif bir odun veren ıhlamurun kabuğundaki lifler, ip ve kaba dokumalarda kullanılıyor. Arıcılıkta da önemli bir nektar kaynağı olan ağacın çiçekleri çay olarak içiliyor. Bugün ıhlamur ağacı oymacılık ve mobilyacılıkta, oyuncak sanayiinde, müzik aletleri yapımında, kâğıt ve kibrit üretiminde de tercih ediliyor.

Ebegümecigiller ve ıhlamurgiller familyalarının bir üyesi olan ıhlamur ağacı, aynı zamanda Tilia cinsinden. Boyu 30 metreye kadar çıkabiliyor. Kazık kökleri güçlü olan ıhlamurun yan kökleri de uzun ve derin bir kök sistemine sahip. Işığı ve sıcak iklimleri, geçirgenliği yüksek, serin ve derin toprakları seven ıhlamur ağacı yumuşak, zengin mineral ve besin barındıran, ılımlı, kireçli ve humuslu toprakları tercih ediyor. Bununla birlikte tuzlu toprak, don ve soğuk iklimlerin ıhlamur için uygun olmadığı biliniyor.

Bin yaşına kadar yaşayabiliyor

Kış aylarında yaprakları dökülen ıhlamur ağacı, sonbaharda da kuruyarak altın sarısı bir renk alıyor. Beyaz ve sarımsı çiçekleri, sarkık şeklinde yetişiyor ve karakteristik bir kokuları oluyor. Çiçek dallarında 30’un üzerinde çiçek bulunabiliyor. Dünya üzerinde 30’un üzerinde türü bulunan ıhlamur ağacı, bin yaşına kadar yaşayabiliyor. Türkiye’de de 500 yaşın üzerinde çok sayıda ıhlamur ağacı bulunuyor. Genellikle 100 yıl yaşayan ıhlamur ağacı, kuzey yarımkürenin ılıman veya yarı tropik iklimlerinde yetişiyor. Amerika, Avrupa ve Asya’da da birçok bölgede yetişebilen ıhlamur ağacı, Türkiye’de de kıyı bölgelerinde ağırlıklı olarak kendine yer buluyor.

Ihlamurun faydaları

Soğuk algınlıklarının olmazsa olmaz ilacı olan ıhlamur ateş düşürücü, öksürük giderici, grip ve nezle düşmanı bir çay. Ihlamur çayı, genel olarak sakinleştirici, yatıştırıcı, sinir giderici olarak kullanılıyor. Migren ağrılarını azaltarak kaygı giderici özelliği de mevcut. Ayrıca ishali iyi geliyor, kan basıncını düşürüyor, damar sertliğini önlüyor, kas spazmlarını gideriyor. Safra kesesi rahatsızlıklarına da olumlu etkisi bulunan ıhlamur hazımsızlığa, çarpıntıya boğaz ağrısına şifa oluyor, burun tıkanıklığını ve uykusuzluğu gideriyor. Cilt ve deri hastalıkları için önerilen ıhlamur teni yumuşatıyor, mide sorunlarında tavsiye ediliyor, kansızlığa karşı kullanılıyor. Ihlamur çiçeği yatıştırıcı, idrar ve balgam söktürücü olarak çay halinde kullanılmasının yanı sıra, ıhlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı bir özelliği bulunuyor.