Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Türkiye ekonomisi son dönemde tüm sektörlerde katma değer odaklı bir üst başlığı gündemine koydu. Tasarımdan yeni bakış açıları geliştirilmesine kadar buna uzanan inovatif bir yol olduğunu biliyoruz.

Fakat temelde entegre sanayiler üzerinde konuşamazsak, istediğimiz son durağa varamayacağımız açık. Üretimin temel taşlarından birini oluşturan makine sanayi ise bunun içinde ön almak sorumluluğunu taşıyor.

Çünkü makineler, üretimi üretici yapma özelliğini taşır. Bu nedenle makine üretimlerimizde teknolojiyi yakından takip etmek, verimli, çevreye uygun, birim zaman açısından nitelikli ürünler ortaya çıkaran yapılar oluşturmak durumundayız.

Elbette bunu yaparken de yerel tedarik oranı önemli. Gerçekten uluslararası alanda rekabet etmek istiyorsak, ithalatın ancak, artı değer getiren teknolojiler ya da katma değer katan özellikleriyle hayatımızda yer alması gerekir.

Bu nedenle üretilmiş bir üründe kritik başlık yerli tedarik oranıdır. Ağaç işleme makineleri sektöründe bu alanda iyi sınav veren bir özelliğe sahip yapı görüyoruz. Dış ticaret fazlası veren performansıyla Türkiye’ye birçok noktada örnek gösterilebilir.

Lakin makine alanında kendimizi geliştireceksek, ana yan sanayi ilişkilerini doğru kurgulamadan, bu başarıları kalıcı hale getirmemiz, ancak tesadüflere bağlı kalır. Bu nedenle yan sanayisi güçlü ana sanayilerin ancak dünya pazarında sonuç alan ve sürdürülebilir başarılar elde edebilen yapılar olduğunu unutmamalıyız.

Şayet bir makineyi oluşturan parçaların ortalama yüzde 60 – 70 dilimi, içten tedarik edilmiyorsa, orada anlamlı katma değerlerden söz etmek güçleşir. Sadece makine parçası olarak meseleyi düşünmeyin.

İçinde kullanılan yazılımdan, akşamlara kadar bir makineyi oluşturan tüm disiplinlerden söz ediyorum. Meselenin bir satın alma işleminden çıkarılması, tedarikçi zihniyetiyle partner ilişkisine kavuşturulması gerekir.

Bu partnerlik ilişkisi de organizasyonların ayrı düşünülmesiyle sürdürülemez. Birlikte ortak araştırma geliştirmelerin yürütüldüğü, üniversiteleri de içine alan yeniliklerin peşinde koşulduğu ve patente ortak konulara birlikte imza atıldığı yapılar kurmalıyız.

Şuna çok inanıyorum. Yan sanayisi gelişmemiş hiçbir ana sanayinin gelişme ve rekabet edebilme olasılığı yoktur. Rekabet edemeyen bir ana sanayi, yani bitmiş ürün de, ne kadar kaliteli ve fonksiyonel olursa olsun, uluslararası pazarlarda hak ettiği değeri maddi ve manevi olarak göremez.

Bu yapı, iç piyasada da zaman içinde güç kaybetmesine neden olur. Böylesi bir gerçek ortadayken, makine sektörü özelinde de, genel sektörler özelinde de, ana ve yan sanayi ilişkileri doğru algılamalı, birlikte gelişmelere imza atacak yapıları kurmalı, firmalarımızı yarına birlikte taşımanın yollarını bulmalıyız.

Bu kapsamda başta sektörlerin dernekleri olmak üzere, üst kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Ortak çalışmalar kadar, ortak stratejiler de geliştirmeli, ithal gelecek katkıları da değer katacak özelliklerle bu yapıya entegre etmeliyiz.

Aksi takdirde hızla akıl terinin, alın terini yenmeye başladığı dünya ekonomisinde istediğimiz yeri alamaz, arzulana katma değere ulaşmakta güçlük yaşar ve kısır döngü içinde sadece günlük var olma mücadeleleri yürütürüz.

Özetle ana ve yan sanayi ilişkisi bir alışveriş başlığı değil, ortak geleceğe imza atılan bir yolculuğun zorunlu uygulamasıdır.