Yaşlanmanın bir alameti midir yoksa izafiyet teorisini, yıllar geçtikçe daha zalimce mi hissediyoruz bilemiyorum lakin hepimizin müştereken kabul ettiği bir gerçeklik var ki zaman, her zamankinden daha hızlı ve “değişken” akıyor. Evet, hızlı akmasını bir klişe olarak söyleyebiliriz ancak hızlının ötesinde; daha farklı akmaya başladı. Dünya, belki de hiç olmadığı kadar baş döndürücü bir hızla gelişmeye evrildi. Neredeyse kendimize yetişemez hale geldik. Kendi yarattığımız robotlarla satranç oynamayı çoktan geçtik. Artık yapay zeka adını koyduğumuz görünmez robotlarımızla geziyor; onların önerdiği yerlere gidiyor; onlarla oyun oynuyor ve alışveriş yapıyoruz. Ete kemiğe bürünmediler ama o da yakındır. Çok yakın zamanda artık robot toplumlar oluşabilir. Biz X kuşağı çocuklarının bilim kurgu romanlarında okudukları hemen her şeyle karşılaşmamız heyecan verici lakin biz, ülke olarak, yani bu topraklarda yaşayan asil millet olarak, ne kadar katkı yapıyoruz? Hangi özellikllerimizle, dört nala gelen bu yeni dünya modelinde varız? Unutmamak gerekir ki 19. Yüzyılda esen o sanayi devrimi kasırgasında, ufacık bir meltem bile estiremedik. Bugünkü gibi yine tüketen olduk. 20. Yüzyılda endüstrileşme hareketlerini o kadar kötü kaçırdık ki şimdilerde yapılan endüstri 4.0 gibi sunumları izlerken: “bunların ilk 3’ü ne zaman geçti de 4’e geldik?” şeklinde reaksiyon verir olduk.


Hayatın kendisine yabancılaşan bir toplum haline gelmeden, hızla ve ayakları yere basan şekilde gelişime katkı sunmamız gerekiyor. İstanbul’da gerçekleştirilen Uluslarası Savunma Sanayi Fuarı’nda (IDEF), Türk şirketlerinin yaptıkları inanılmaz başarıları gördükçe göğsümüz kabardı. İnsansız Hava Aracı (Drone), füze, tank, helikopter ve personel taşıyıcı sistemlere yönelik yaptıklarımızı görünce, geleceğe dair umutlarımız yeşeriyor. Peki, bu gördüklerimiz yeterli mi?


Sorunun yanıtı, tabiatıyla hayır. Savunma sanayimizi geliştirmeye yönelik atılan adımların yoğunluğu ve büyüklüğünün çıktıları olarak, karşımıza böyle gelişmiş ve milli ürünler çıktı. Ancak, aynı şekilde, endüstrileşmeye ve ticarileşmeye de odaklanmamız gerekiyor. Üretim araçlarının otomasyonu ve daha akıllı ve verimli hale getirilmesi, insan kaynaklarının daha etkin kullanılması, iletişim araçlarının çeşitlendirilerek, dünya çapında yapımların ortaya çıkartılması ve toplumsal fayda niteliği taşıyacak gelişmelerin öncüsü olunması en önemli konu başlıkları olarak bizleri bekliyor. Bunlar büyük konular gibi görünse de imkansız değiller.


Örnek vermem gerekirse finans teknolojileri konusunda, adeta dünyaya meydan okuyoruz. Mobil uygulamalar ve internet tabanlı bankacılık sistemlerimiz, Avrupalı teknoloji geliştiricileri ve son kullancılar tarafından takdir görüyor. Avrupa’da bankacılık sistemini kullananların yaptıkları tarafsız gözlemler ve kullanıcı deneyimleri, bizleri çok mutlu ediyor. Fintech olarak kısaltılan bu teknolojilerin gelişimi de yine yoğun teşvik ve hibelerin sonucu ortaya çıkıyor. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri ve Teknokent’lerde adeta Fintech girişimleri istilası yaşanıyor. Çok fazla sayıda girişim de yatırımcısını ve yeni fırsatları bekliyor.


Bir diğer örnek ise oyun sektöründe. Benim gibi, 80’lerin ve 90’ların atari ve bilgisayar oyunları gelişimini yakından izleyen biriyseniz, özellikle mobil ve internet tabanlı oyunların gösterdiği gelişimi, tebessümle izliyorsunuzdur. Bu alanda da Türk girişimlerin yaptıkları başarılı işleri ağzım açık bir şekilde izliyorum. Çünkü bu alanda, yıllara değin tecrübesi ve milyarlarca dolarlık işlem hacmi olan oyun üreticileri ve geliştiricilerine kafa tutan, rakip olan bir Türk Oyun Sektörü görüyoruz. Dünya çapında milyonlarca çocuğun, gencin, iş insanının elinde olan oyunların bazılarında Türk imzasını gördükçe, bu alandaki yatırımların karşılığını görmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Yeni duyumlarıma göre, bu alanda çok sürpriz yeni yatırımları ve ürünleri görebiliriz.


Finans ve oyun sektörlerinin yanında, başka sektörlerin de başarılarını görüyoruz. Kimi bölgesel, kimi yerel, kimi uluslararası olmaya namzet bu sektörlerde, yapılması gereken en önemli nokta, stratejik hareket planının belirlenmesi ve bunun titizlilikle uygulanmasıdır…


Ülkemizde maalesef, bu gibi göğsümüzü kabartan gelişmelerin sayılı olması ve geçici sonuçların alınması, stratejik vizyon ve planlama kabiliyetlerinin eksikliğinden kaynaklanıyor. Devletten alınan teşvik, hibe, kredi vb. destek mekanizmaları, en doğru ve verimli şekilde kullanılmıyor. Hatta, işin sahtekarlık boyutu inanılmaz boyutlarda… Hepimizin hakkı olan devlet hibelerini, kendi çıkarlar için kullananları, en ağır şekilde cezalandırmadıkça, bu işi yapanlar, maalesef eksilmeyecekler. Namusu ve memleket sevdası için terinin son damlasına kadar çalışanlar ise aylarca süren hazırlık ve sunumların ardından, zor bela hak ettikleri devlet destekleri ile katma değerli iş ve hizmet üretiyorlar. İşte bu babayiğitlere hem moral hem daha fazla destek çıkmak için bu gibi mekanizmaları da stratejik bir planlama ile yapmak gerekiyor. Devletimizin bu alandaki kurumlarının daha işlevsel çalışması için gerekli adımların en hızlı şekilde atılması şart. Çünkü, dün kaçtı, bugünü kaçırıyoruz ve yarını kaçırma lüksümüz kalmadı.


İş insanlarının da bu konuda azami duyarlılık göstermesi gerekiyor. İş yapış şekillerini, geleneksellikten öteye taşıyarak, yeni vizyon ve algı ile yapmaları elzem. Danışmanlık almaktan çekinilmemeli; bilakis, işin ehli ile yola çıkılmalı ve daha verimli işlere yönelmeli…Harcadığımız her boşa enerji, bizleri, hesap etmesi oldukça zor bir oranda geri düşürüyor. Boşa geçirilen her bir zaman dilimi, adeta, boşa akıtılan su gibi…Bir açık çeşme gördüğümüz zaman, ister istemez o çeşmeyi kapatıyorsak, boşa geçirdiğimiz, verimsiz her zaman dilimini de hayatımızdan o denli atmamız gerekiyor.


Atalet ve miskinliğe ayıracak sermayemiz yok. Dünya koptu gidiyor. Mars çılgınlığı, yerini Mars hareket planına bıraktı. Ay’a üs kurulması için çalışmalar yapılıyor. Arabalar artık sürücüsüz ve elektrikli. Evlerimiz akıllı sistemler ile yönetilmeye başladı. Google Asistan’ın yaptıkları ortada…Her an her şekilde karşımıza çıkan gelişmelere karşı yapabildiğimiz tek şey tüketmek olmamalı.


Eskiden, “iş hayatı” denen bir kavram vardı. Şimdi artık hayatmız “iş, ev, sosyal zaman” gibi bölümlere ayrılmıyor. Sosyoloji değişiyor. Ben bu yazıyı, evimdeki çalışma odamdan yazıyorum. Bir yanımdaki çekim odamda da yeni kanalımın çekimlerini yapıyorum. Onun yanındaki odada ise çekimlerin kurgu ve seslendirmelerini gerçekleştiriyorum. TV odasında ise takip ettiğim diziyi izliyorum. Diziyi izlerken cep telefonumdan, grup arkadaşlarımla dedikodu yapıyorum. Komşumla arada bir network üzerinden oyun oynuyoruz. Bunlar bitince de en arkada yer alan yatak odamda uyumaya koyuluyorum. Bütün bunlar “hayatımı” oluşturuyor. Mesai saatleri ile ilgili her geçen gün gelişmeler yaşanıyor. Kimi 4 güne düşürülsün derken kimi esnek saatlerden dem vuruyor. Ama bir gerçek var ki hayatımız değişiyor. İşte bu değişen hayata yine ne katkı veriyoruz diye sormamız gerekiyor.


Bu yazıyı, böylesine değerli bir ailenin yayın organında yazdığım son yazı olarak kaleme alıyorum. Ancak çok yakında “Girişim Muhabiri” adı altında, güzel bir Youtube kanalı ve İnternet Portalı oluşturacağım. İşte bu alanda, Girişimcilik ve aslında hayatın her alanındaki “Girişim” ruhu adına her şeyi bulabileceksiniz…Umarım…


Görüşmek üzere…Sevgi ve Bereketle kalın.