1999 yılında gerçekleşen depremde Yalova’da 36 saat göçük altında kalan ve sonrasında tesadüf eseri Alman kurtarma ekibi tarafından göçükten çıkarılan Yankı Solutions Acil Durum ve Kriz Yönetimi Eğitmeni Irkın Çubuk ile acil durum ve afetin farklarını, deprem ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışları, kriz yönetimini ve endüstrinin depremden daha az etkilenmesi için yapılması gerekenleri konuştuk. Türkiye Afet Müdahale Planı adında bir müdahale planı olduğundan ancak bu plandan kimsenin haberi olmadığından söz eden Irkın Çubuk; “Biz bu işi koordine edemedik. Bunun da en büyük sebebi eğitimsiz olmamız, ihtiyaçlarımızı doğru tespit etmememiz. Durum böyle olunca söz konusu planı da sahada uygulayamadık. Yani zincirin ilk halkası daha birinci gün koptu. İnsanlar, kurumların, devletin yetersiz kaldığını söylüyor. Evet, eksiklikler vardı, yapılan hatalar vardı, buna ben de katılıyorum ama bu komplike bir sistem. Hepimizin hataları vardı” diye konuştu.

20 yıldır profesyonel olarak hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda arama kurtarma eğitmeni ve gönüllüsü olan Yankı Solutions Acil Durum ve Kriz Yönetimi Eğitmeni Irkın Çubuk, son yaşanan depremin 12. Saatinde 8 kişilik ekibiyle birlikte arama-kurtarma çalışmalarında yer aldı. 11 gün boyunca İskenderun ve Hatay’daki enkazlarda çalışan Çubuk; “Bizi deprem değil, eğitimsizlik ve bilinçsizlik nedeniyle meydana gelen enkazlar öldürdü. Deprem kuşağında bir ülke olmamıza rağmen bu konuyla ilgili hala çok bilinçsiziz. Özellikle endüstride çok dikkatli olmalıyız. Risk avı özellikle endüstride her zaman ve maksimum seviyede yapılmalı. Her durumda endüstrinin devam ediyor olması gerekiyor, endüstri durursa, ülkeyi kaybederiz. Bunun yaşanmaması için en ince ayrıntıyı dahi düşünmek zorundayız, hiçbir şeyi göz ardı edemeyiz. Bir afet anında şehirleri ayakta tutacak olan yer endüstri, burayı kaybetme lüksümüz yok” dedi.

  • Acil durum ve afetin birbirinden farklı şeyler olduğunu söylüyorsunuz. Nedir farkı?

İki durum söz konusu; biri acil durum, ikincisi afet. İkisi birbirinden çok farklı şeyler ve dinamikleri değişen durumlar. Acil durum sizin kendi kendinize yetip, müdahale etmek de bir zorluk çıkartmayan, yerel kaynaklarla müdahale edilen, iletişim sorunu, ekonomik sorun yaşamadığınız ya da çok az olduğu durumlardır. İzmir depremi bir acil durumdu, afet değildi. Çünkü bölgedeki ve çevredeki ekiplerle süreç yönetilebildi. Sahada enkazlar olmasına rağmen, yaşam devam edebildi. Bizim bu acil duruma müdahale edecek gücümüz vardı, hiçbir sorunla karşılaşmadık. Her enkazda yüzlerce insan çalıştı. Arka planda gıda, lojistik sorunu olmadı. Afet ise bir doğa olayının insan kaynaklı sonucudur. Örneğin; bir selin meydana gelmesi acil durumdur. Ancak bu bölgesel bir durumsa birçok hane zarar görüyorsa, iletişim kopuyorsa, ekonomimiz etkileniyorsa, sosyal açıdan zarar görüyorsak yani kendi kendimize yetemediğimiz bir durumla karşı karşıyaysak, buna afet diyoruz. 99 depremi de büyük bir afetti. İletişimin koptuğu, ekonominin zarar gördüğü, sosyal hayatın ciddi anlamda etkilendiği, imkanların kısıtlandığı, kendi kendimize yetemediğimiz bölgesel bir durumdu. Dünyada hiçbir ülke afete yetişiyorum diyemez, yetişiyorum diyorsa zaten o bir afet olmaz. Bunu bilmemiz gerekiyor. İnsanlar; “Afete yetişemedik” diyor. Evet, doğru yetişemedik çünkü bu bir afet, acil durum değildi. Afete yetişebilir misiniz? Hayır, Türkiye’deki ekipler afete yetişmek için yeterli mi? Hayır. Aynı zamanda dünyadaki ekipler de yeterli değil.

Maraş depremi özelinde bakalım. Bu çok büyük bir deprem, bilim insanlarının özel olarak incelediği bir deprem. Son 100 yılda yaşanan en kuvvetli depremlerden biri. Biz, depremin büyüklüklerini, şiddetlerini konuşuyoruz ama depremin uyguladığı bir kuvvet var. Mesela, Düzce depremi 0.8 G kuvvetle gerçekleşmiş olan bir deprem ve dikeyde yaşandı.Deprem süresince de bir kere 0.8 G kuvvetine çıktı. Maraş’ta yaşanan ilk deprem 1.4 G ile başlıyor ve aşağıdan yukarıya bir atım yapıyor ve 17-18 saniye devam ediyor. İkinci depremde ise 1.4 G ile yatay kuvvet başlıyor. Şöyle düşünün; elinizde bir top sektiriyorsunuz, sonra o topa beyzbol sopası ile vuruyorsunuz. Bu çok enteresan bir olay ve dünyada çok fazla örneği yok. Çökmemiş ama bir yerden kırılıp, yan yatmış binaları görmemizin nedeni, depremin bu şekilde meydana gelmesinden kaynaklandı. Bu gerçekten çok enteresan bir durumdu ve 400 metrekarelik çok büyük bir alana yayılmış bir yıkım vardı. Ama bizim yine de Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) adında bir müdahale planımız var. 81 il için ayrı düzenlenmiş afet müdahale planları da var. Üstüne üstlük sadece depremi değil, o ilde yaşanabilecek tüm afetleri içeriyor. İl bazından sonra, ilçe bazında da bu plan mevcut. Ama bu uygulanamıyor çünkü birincisi halkımızın bu plandan haberi yok, yani kimse ne yapacağını bilmiyor. İkincisi aynı halkımızın haberi olmadığı gibi işletmelerin de bu plandan haberi yok. Ticari kuruluşlar nasıl yardım edeceğini, afet olduğunda kimin ne yapacağını, kimle muhatap olacağını bilmiyor. Her şeyin hazır olduğu bir sistemden söz ediyoruz ama diğer taraftan baktığımızda bu depremin özelinde söylüyorum, gerçekten bir koordinasyon sorunu yaşadık. Biz bu işi koordine edemedik, organize edemedik. Bunun da en büyük sebebi eğitimsiz olmamız, ihtiyaçlarımızı doğru tespit etmememiz ve doğal olarak durum böyle olunca söz konusu planı da sahada uygulayamadık. Yani zincirin ilk halkası daha birinci gün koptu biz de. İnsanlar, eksikliklerden bahsediyor. Kurumların, devletin yetersiz kaldığını söylüyor. Evet, eksiklikler vardı, yapılan hatalar vardı, buna ben de katılıyorum ama bu komplike bir sistem. Hepimizin hataları vardı.

“DEPREM KUŞAĞINDA OLAN  BİR ÜLKENİN VATANDAŞLARI OLARAK NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ DAHİ  BİLMİYORUZ”

  • Depremle ilgili hepimizin bir fikri var ancak son yaşanan depremde gördük ki aslında çok az şey biliyoruz ve bildiklerimizin büyük bir bölümü yanlış ya da eksik. Toplum olarak depremle ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar neler? Neyi yanlış yönetiyoruz?

Deprem meydana geldiğinde bunun bir acil durum mu yoksa afet mi olduğunu bilemezsiniz. Küçük bir deprem olmuş olabilir ama arkasından ne geleceğini bilemezsiniz ya da sizin binanızda bir hasar yoktur ama çevre binalar çökmüş olabilir. Bu nedenle her ne olursa olsun aynı hareket tarzını benimsemek durumundayız. Evimizde ya da iş yerimizde bulunduğumuz noktada kalmalıyız. O panik halinde hareket etmemeliyiz, odanın dışına çıktığınız zaman farklı risklerle karşı karşıya kalma olasılığınız çok yüksek. Deprem anında mutfak ya da banyo gibi daha riskli alanlardaysanız, buralardan uzaklaşıp, daha güvenli bir bölgeye geçmeye çalışın ama oda içerisindeyseniz başka bir alana gitmeye çalışmayın. Bunu en net bu depremde yaşadık. Deprem sabaha karşı, herkesin uyuduğu bir saatte gerçekleşti. Dolayısıyla biz göçük altında kalan insanları yatak odalarında aradık ancak birçok kişiyi koridorlarda, bina boşluklarında bulduk. Çünkü depremle ilgili bir bilinç yok, deprem esnasında yatağınızın yanında bekleseniz, orada bir yaşam alanı oluşacak ve size çok daha kolay ulaşabileceğiz ancak siz depremde o panikle kaçma refleksi gösterdiğinizde, bunu maalesef canınızla ödüyorsunuz ya da can kaybı olmasa bile ağır yaralanabiliyorsunuz. Yani sorun sadece devletle ilgili değil. Deprem kuşağında olan bir ülkenin vatandaşları olarak bizler daha deprem sırasında ne yapmamız gerektiğini dahi bilmiyoruz. Bu bilinç hala biz de oluşmuş değil.

“BİRKAÇ HAFTALIK EĞİTİMLERLE BİR AFETİ YA DA ACİL DURUMU YÖNETEMEZSİNİZ”

  • Türkiye’deki firmaların acil eylem planları var mı? Bu süreç doğru çalışıyor mu?

İlk müdahale gerçekten çok hassas bir konu. Türkiye’deki firmaların aşağı yukarı bir acil eylem planı mevcut ve bu doğrultuda firma çalışanları farklı dallarda eğitimler görür ve sonunda sertifika alırlar. Kimisi ilk yardım eğitimi alırken, bir başkası yangın söndürme grubunda yer alır. Ancak buradaki asıl sorun, birkaç haftalık eğitimlerle bir afeti ya da acil durumu yönetemezsiniz. Kısacası bu tip eğitimlerin çok büyük bir bölümü “mış” gibi eğitimlerdir. Siz birkaç haftalık ilk yardım eğitimiyle göçük altından birini kurtarma yetilerine sahip olamazsınız. Bunu kabul etmek ve bu anlamda iyileştirmeler yapmak zorundayız. Arama-kurtarma ekiplerinin ya da sağlıkçıların olmadığı yerlerde insanların enkaz altından çıkarılması büyük riskleri ve tehlikeleri de beraberinde getirir. Crush kompartman sendromu diye adlandırılan sıkışmış insanlarda meydana gelebilen bir sendrom var. Kolunuz, bacağınız ya da vücudunuzun başka bir bölümü 15 dakikadan fazla bir süredir sıkışmış durumdaysa eğer o bölgede pıhtılaşma gerçekleşebilir. Bu anlamda yeterince bilgisi ve tecrübesi olmayan kişiler bu sıkışmaya neden olan kütleyi oradan aldığında beyine ya da akciğere pıhtı atabilir. Bu da beraberinde çok daha büyük sorunları doğurabilir. Biz enkazda böyle bir durumla karşılaştığımızda Türkiye’de sağlık anlamında hizmet veren UMKE’den destek alıyoruz. Önce serum takılıyor, ilk yardım müdahalesi gerçekleşiyor sonrasında kurtarma çalışmaları sürdürülüyor. Bakın biz bu durumu İzmir depreminde ya da Van depreminde yaşamadık. Ancak bu son depremde ciddi bir afet söz konusu olduğu için ve bilinçli, bilinçsiz, bilen-bilmeyen herkes yardım etmek amacıyla enkazlara gittiği için bu sendrom nedeniyle ölümlerin gerçekleştiğini gördük. Bu, ben de gideyim, bir şeyin ucundan tutayım mantığıyla yürütülebilecek bir süreç değil. Bu gönüllülükle ama gerçekten iyi eğitimlerle, yerinde çalışmalarla sürdürülebilir. Diğer türlüsü var olan kaosa yeni kaos eklemekten başka bir şey olmaz. Bilinçsiz, eğitimli olmayan insanlar enkazlara müdahale etmesin dememizin nedeni bu.

“BİR AFET ANINDA ŞEHİRLERİ AYAKTA TUTACAK OLAN YER ENDÜSTRİ, BURAYI KAYBETME LÜKSÜMÜZ YOK”

  • Fabrikalarda ya da işletmelerde depreme karşı nasıl önlemler almamız gerekiyor?

Öncelikle çalışma ortamlarımızda tehlike avı dediğimiz şeyi yapmamız lazım. Bizim için risk oluşturan şeylerin tespitini gerçekleştirmemiz lazım. Yukarıdan düşebilecek herhangi bir şey, hareket edebilecek olan bir dolap, kırılabilecek bir cam bunların hepsi risk unsuru ve bizim bunları tespit etmemiz gerekiyor. Raflarım sabit mi? Sabit ise rafların içindeki malzemeler deprem anında sabit kalacak şekilde mi organize edilmiş? Bunlar deprem anında üzerime düşebilir, geçeceğim yolu kapatabilir. Öncelikle bunları önlemeliyiz. Risk avı özellikle endüstride her zaman ve maksimum seviyede yapılmalı. Her durumda endüstrinin devam ediyor olması gerekiyor, endüstri durursa, ülkeyi kaybederiz. Bunun yaşanmaması için en ince ayrıntıyı dahi düşünmek zorundayız, hiçbir şeyi göz ardı edemeyiz. Bir afet anında şehirleri ayakta tutacak olan yer endüstri, burayı kaybetme lüksümüz yok. Riski bertaraf ettikten sonra, devamlılığını sağlamamız gerekiyor. İş yerimizde tehlike avını yaptıktan sonra, burayı nasıl tahliye edeceğiz, bunu belirlememiz lazım. Kendi tahliye planlarımızı çalışmamız lazım. İş yerinizde herkes olması gerektiği yerdeyken bir tahliye simülasyonu yaptığınızda başarılı olursunuz ancak iş yerinde herkes farklı bir alandayken tahliye yaptığınızda, o zaman işler değişiyor. Yani iş yerlerinde sürpriz durumlar yaratmamız lazım. Tahliye yaptık, personel dışarı çıktı, peki evine nasıl ulaşacak? Arabasını kullanamayacak, servislerden yararlanamayacak, toplu taşıma kullanmayacak, iletişim büyük oranda sekteye uğrayacak, bunları planlamamız lazım. Bu özellikle sanayi bölgelerinde çok önemli bir konu. X bir sanayi bölgesinde, kaç tane iş makinesi var, kaç tane mobil vinç var, kaç tane kepçe var, kaç tane demir kesme makası var? Bunların hiçbirinin bilgisi yok. Halbuki sanayi bölgelerinde bu bilgiler mevcut olsa bir afet durumunda, hasar gören sanayi bölgesi dışarıdan bir yardıma ihtiyaç duymadan, kendi sorununu çözebilecek. Bu büyük bir organize sanayiden tutun, en küçük esnafa kadar geçerli bir durum. Hele bir de bunun eğitimini aldıysanız, zaten olay bitti, bu depremler afete dönüşmez. Genel olarak Türk halkı olarak bir işe başlıyoruz ama bunu devam ettirmiyoruz. 20 yıldır konuşmamız gerekenleri, yapmamız gerekenleri şimdi konuşuyoruz. Bakın altı ay sonra bugün konuştuklarımızı konuşmayacağız, yine unutacağız. Farkındalığımız, duyarlılığımız yine yok olacak.

“ÜÇ-BEŞ GÜNLÜK EĞİTİMLERLE AFET BÖLGESİNDE ÇALIŞAMAZSINIZ”

  • Acil durum yönetimi konusunda hangi ülkeler öne çıkıyor?

Acil müdahale ekipleri konusunda tüm Avrupa ülkelerinin çok başarılı olduğunu söyleyebilirim, Uzakdoğu ülkeleri, Amerika yine bu konuda çok sistematik ve başarılılar. Bu iş tüm dünyada gönüllülük sistemiyle ilerler. Siz gönüllü olarak devlet çatısı altında organize edilen kurum, birlik veya organizasyonlarda görev alırsınız. Ancak bunun bir akreditasyonu vardır. Siz ben gönüllü oldum, üç-beş gün de eğitim aldım şimdi afet bölgesinde çalışmaya hazırım diyemezsiniz. İşte Türkiye’deki en büyük sorun bu.

“İNSANLARIN İLK 72 SAATTE KENDİ KENDİNE YETEBİLİYOR OLMASI GEREKİYOR”

  • Depremin etkilerini minimuma indirmek mümkün mü?

Evet mümkün. Yaşadığımız, çalıştığımız yapı sağlam ise hiçbir problem yok. Afet olması için yapıların yıkılması, iletişimin kopması lazım, sosyolojik ve ekonomik zararlarının olması lazım. Eğer bunların hiçbiri olmazsa sadece deprem olur. Yağmur yağması, yıldırım düşmesi, şimşek çakması gibi doğal bir olaydır deprem. Depremden bugüne kadar ölen sayısı bir. Bir kişi fay hattına düşmüş ve hayatını kaybetmiş. Deprem kimseyi öldürmedi, bizi eğitimsizlik ve bilinçsizlik nedeniyle meydana gelen enkazlar öldürdü. Milyonlarca yıldır deprem dediğimiz bu doğa olayı gerçekleşiyor. Depremin bir afete dönüşmemesi için bizlerin yapması gerekenler, sağlam yapılar yapmak, sağlam yollar yapmak ve buralarda konaklamak. Bunun dışında deprem sırasında ve sonrasında ne yapmamız gerektiğini çok iyi özümsememiz gerekiyor. Depremden korunma bilincini çocuk yaştan itibaren veriyor olmamız gerekiyor. Depremin yıkıcı etkilerinden ancak oluşturulacak bilinçle korunabiliriz. İlkokuldan itibaren sistemli bir şekilde depremin ve depremden korunmanın yolları müfredat programlarına dahil edilmeli ve çok sıkı takip edilmeli. Bu bilinç kuşaktan kuşağa ancak böyle yayılır. Biz çocuklarımıza bu bilinci doğru verirsek, sonraki kuşaklar bizden çok daha yetkin ve bilinçli olacaklar. Yoksa bundan önce olduğu gibi bundan sonra da depremler olacak. Önemli olan bunun bir afete dönüşmesini tüm toplum olarak engelleyebilecek bilgiye sahip olmak. Deprem sonrası için ilk 72 saatte bize hiç yardım gelmeyecekmiş gibi hareket etmemiz lazım. Deprem olduktan sonra kurtarma ekibinin geliş süresi, kurtarma ekibinin nereden geldiğine, ekibin gücüne bağlı. Hafif, orta ve ağır seviye olmak üzere üç seviye kurtarma ekibi bulunuyor. Bugün orta seviye bir kurtarma ekibi en az 28 kişiden ve bir kamyonet malzemeden oluşuyor ve genelde üç ya da dört araçla geliyorlar bölgeye. 800 kilometrelik bir yoldan dört araçlık bir konvoyun bölgeye ulaşmaya çalıştığını düşünün, bu zaman alacaktır. Bu nedenle bizim hazırlığımız 72 saat boyunca hiç yardım gelmeyecekmiş gibi olmalı. Uluslararası standartlar da yine 72 saati işaret ediyor. Acil durum çantalarımızı ilk 72 saatte hayatta kalacak şekilde hazırlamamız gerekiyor. Üç gün boyunca bize yemek, su gelmeyebilir, kıyafet gelmeyebilir. Gelse dahi siz bu yardımlara ulaşamayabilirsiniz. İşte bu nedenle tekrar altını çizmek gerekiyor; insanların ilk 72 saatte kendi kendine yetebiliyor olması gerekiyor.

Ülke olarak yardım etmesini de bilmiyoruz. Ben eğitimlerde depremde ihtiyaç duyulacak malzemeleri şöyle sıralarım:

1- Çorap

2- İç çamaşırı

3- Hijyen malzemesi

4- Su

5- Gıda

6- Kıyafet

Ama biz ilk andan kıyafet gönderdik deprem bölgesine ve hepsi çöpe gitti. Siz böyle bir krizin yaşandığı bir alanda koordinasyon merkezlerini kurmadan, bu malzemeleri oraya gönderirseniz, bu malzemeleri ayıracak, dağıtacak bir ekibiniz olmadığı için yardımlar yerine asla ulaşmaz.