Mesleğe 10 yaşında bir tornacıda çırak olarak başlayan ve 18 yaşını doldurur doldurmaz firmasını kuran AS Metal Genel Müdürü Ayhan Necipoğlu, makine sektörünün geçmişten günümüze neler yaşadığını, nasıl değişimlerden geçtiğini, ağaç işleme makine sektörünün yıllar içinde nasıl evrilip ithalatçı konumdan, ihracat rekoru kıran bir sektör konumuna geçtiğini en iyi bilen isimlerden biri. Sektöre dair anılarını, ticaret yaparken dikkat ettiği noktaları ve yarım asırdan fazladır hizmet verdiği sektörü Ayhan Necipoğlu’ndan dinledik. 90’lı senelerin başında gerçek anlamda ihracat yapmaya başladıklarını ifade eden Necipoğlu, eski tarihlerde üretim yapmanın ne kadar zor olduğuna değinerek şöyle konuştu; “Hammadde konusu çok büyük bir sorundu Türkiye’de. Şimdilerde bir miktar daha düzelme olsa da, eskiden bu konu çok büyük bir sorundu. Ülkede üretim yapacak hammadde bulup alamıyorduk çünkü, birçok ürün karaborsadaydı. Bir şeyi üretmek bir hayli zordu.”

Sanayiciliği ve makine yapmayı yurt dışıyla irtibata geçtikten sonra, yabancılardan öğrendiğini ifade eden sektörün duayen isimlerinden AS Metal Genel Müdürü Ayhan Necipoğlu ile ağaç işleme makine sektörünün tarihini konuştuk. Ticaret yaparken hep basit kuralları olduğunu belirten Necipoğlu; “Çabalamaya, üretmeye ve zorlu günlere meydan okumaya çalıştım. Çağı takip ettik, sanayiciliği, ticaret yapmayı öğrendik. Hem kendimizi hem de makinelerimizi geliştirdik, değiştirdik” şeklinde konuştu.

  • Çok uzun yıllardır makine sektörünün içindesiniz. Öncelikle sizin hikayenizi dinlemek isterim. Makine imalat sektörüne nasıl başladınız?

Ben sektöre 10 yaşında adım attım diyebilirim. 10 yaşıma geldiğimde, kardeşimle beni ayrı ayrı tornacılara çırak olarak verdiler. Sonra Vefa Lisesi’nde okurken, dersler bittikten sonra mütalaa yani etüt olurdu. Ben bu çalışmalara gitmedim çünkü para kazanmak daha cazip geliyordu. O dönemlerde İstanbul’da ısınma genellikle kuzineler ile sağlanıyordu. Allah rahmet eylesin Ahmet adında kuzine, ördek soba yapan bir adam vardı. 60’lı senelerin başlarını düşünün, Türkiye’de hiçbir şey yapılmıyordu. II. Dünya Harbi yeni bitmiş, Amerikan yardımlarıyla yaşıyorsunuz. Ben bu adamı gözüme kestirmiştim çünkü çok basit yapması gereken şeyleri çok zahmetli yapıyordu. Kendisine yardım teklifinde bulundum, “Sen sacları markalarken, yanlış yapıyorsun. Soba borularını ben yapayım” dedim. Borular 1 liraya satılıyor o zaman. Boru başına 10 kuruş vermeyi kabul etti ve biz anlaştık. Sonra kuzine yapmayı da teklif ettim. O, 2 günde 1 kuzine yapıyordu ben 3 günde 2 kuzine bitirmeye başladım. Çok küçük yaşta sanayinin içinde büyüyünce para kazanmak heveslendiriyor insanı. 18 yaşıma geldiğimde bu firmayı kurmaya niyetlendim ama olmadı çünkü 18 yaşını bitirmeden banka benim yetkimi kabul etmedi. Çok ağrıma gitmişti. 18’i bitirdiğimde üç ortak beraber girdik bu işe. Bir ortağımız kısa süre sonra ayrıldı. Diğer ortağımla da 1990 senesine kadar beraber yürüttük işleri. Bu arada firmayı kurduğumda makine üretmek aklımda yok tabi, çocukluğumdan itibaren ne öğrendiysem onu yapacağım. O dönemler Teknik Üniversite’de okuyorum, okulun karşısında da zengin insanlar oturuyordu. Nadir de olsa o evlerde iklimlendirme vardı şimdiki klima sistemlerinin daha ilkel halleri. Onların havalandırma sistemlerini yapıyordum çünkü nihayetinde borudan yapılıyordu bu sistemler. Sonra bir gün bir sebepten Sirkeci’deki eski emniyet müdürlüğüne gittim, Müdürlüğün altında da bir makine satıcısı görüp, çok şaşırdım. Emniyette işlerimizi bitirdikten sonra yanına uğradım, orada bir makine gösterdi bana, çizicili yatar daire makinesi. Senelerce yaptım o makineyi sonra “Bunu yapar mısınız? Eğer yaparsanız, ne kadar yaparsanız satın alırım” dedi. Makineyi at arabasına yükledi, Bayrampaşa’daki yerimize yolladı. Makineyi söktük, modellerini çıkarttık derken makineden bir tane yaptık. Bugün gibi hatırlıyorum 17 bin lira para verdi bize. 1968 senesi için çok büyük para. Parayı koyduğu zarfın içine bir de kağıt koymuş ve 5 makine daha istemiş ve verdiği para o makinelerin parasıymış. Makinelerde öyle hemen bitmiyor, neyse bir şekilde makineleri tamamladık ama o zaman anladım ki 17 bin lira bu işin karşılığı değil. Sonra matbaa işi yapan başka biriyle tanıştık. Bize; davetiye, kartvizit satan bir makine gösterip, aynısından yapmamızı istedi. Makineyi söktük, yaptık. Makineyi alır almaz başka kimseye bu makineden yapmamamızı istedi. Makinenin tanesini 7 bin 500 liradan yapıyoruz ve fiyat bize çok cazip geliyordu. İşi gücü bıraktık, gece-gündüz bu makineyi yapmaya başladık. Birgün yolum Cağaloğlu’na düştü, bir dükkanın vitrininde bizim makine duruyor, insan yaptığı makineyi tanımaz mı? Üstünde Barlanberg yazıyor. İçeri girdim fiyatını sordum, “Bu ürün Alman malı, fiyatı da 28 bin lira” dedi. Adam soyadının sonuna berg’i ekleyip Alman malı yapmış. Geldim durumu ortaklara anlattım, sanayiciliği o kadar bilmiyoruz ki o dönemlerde. Hiçbir şeyi bilmiyoruz ama yapıyoruz. İmalatı da bilmiyoruz; bir makinenin bir parçasını çıkarıp diğerine taksan uymuyor. Böyle böyle derken o zamanlardan bu zamanlara geldik. Çağı takip ettik, sanayiciliği, ticaret yapmayı öğrendik. Hem kendimizi hem de makinelerimizi geliştirdik, değiştirdik.

“BEN HEP GÜVEN ÜZERİNE TİCARET YAPTIM”

  • Geçmişten günümüze ticaret yaparken nasıl bir yol haritası çizdiniz?

Benim en büyük özelliğim; ben herkesi kendimden akıllı kabul ederim. Türkiye’de güvendiğim çok nadir insan var. Kimseye parasını almadan mal vermem, çek almam, senet almam. Ama yurt dışındaki ortaklarım benden bir şey istedikleri zaman, “Ne zaman ödeyeceksin?” diye sormadan hemen yollarım. Yıllarca birlikte önemli işler yaptık, işi onlardan öğrendim. Örneğin; WoodTech Fuarı’nın ilk dönemlerinde, yurt dışındaki 20’ye yakın ortağımın hepsini fuara davet ettim, “Getirin ürünlerinizi standa koyun” dedim. Bunların bir kısmı Ayhan Bey, “Biz malı getirelim, satılsın, satılmasın sizde kalsın. Satıldığı zaman ürünlerin parasını bize gönderirsiniz” dediler. Ben hiçbir zaman para vererek ithalat yapmadım, hep güven üzerine yaptım. Firmalar mallarını gönderdiler, bazısının ürünü bir yıl bekledi ve kimseyi hiçbir şey söylemedi, satılanın parasını gönderdim. Hep basit kurallarım oldu. Hep işin başında oldum. Çabalamaya, üretmeye ve zorlu günlere meydan okumaya çalıştım. Böylece yaşanan zorlu günlerden çok büyük hasarlar almadan çıkmayı başardık.

“DAHA KAPSAYICI KANUNLARA İHTİYACIMIZ VAR”

  • Ağaç işleme makine üreticilerinin tarih boyunca karşılaştığı en önemli zorluklar veya engellerden bazıları neler? Bunların çözümü için neler yapıldı?

Aslına bakarsanız Türkiye’de sanayiciler her zaman zor durumdalar, hiçbir zaman tam anlamıyla iyi durumda olduklarını söyleyemeyiz. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de maalesef devlet politikalarının sanayicileri korumuyor olması. Daha kapsayıcı ve destekleyici kanunlara ve uygulamalara ihtiyacımız var. Daha önceki dönemlerde de bu böyleydi, şimdi de böyle. Bir diğer önemli sorun ise hammadde konusu. Şimdilerde bir miktar daha düzelme olsa da, eskiden bu konu çok büyük bir sorundu. Türkiye’de üretim yapacak hammadde bulup alamıyorduk daha önceki senelerde, birçok ürün karaborsadaydı. Bir şeyi üretmek bir hayli zordu.

“İYİ BİR MAKİNECİNİN AYNI ZAMANDA İYİ BİR TASARIMCI OLMASI GEREKİYOR”

  • Sizce iyi bir makineciyi, ortalama bir makineciden ayıran nedir?

Aslında bakarsanız ikisinin arasında uçurumlar var. Öncelikle iyi bir makinecinin aynı zamanda iyi bir tasarımcı olması gerekiyor. Eğer bir makineci, üreteceği makinenin teknik resmini çizip, ona göre üretim yapıyorsa, “Ben iyi bir makineciyim” diyebilir. Bununla beraber iyi bir makineci ticaretin ne olduğunu iyi bilmeli. Ticaretin ne olduğuna ilişkin yüzlerce tanım duyarsınız ama yalın haliyle ticaret; alım ve satım arasındaki olayın devamlılığıdır. Bir ürünü 5 liraya üretip, 6 liraya satıp 1 lira kar etmen senin ticaret yaptığın anlamına gelmez. Bunun ticarete dönüşmesi için tekrar o malı 5 liraya üretip, yerine koyup, yeniden sattığın an ticaret olur. O zaman o 1 lira kar hanesine yazılır. İyi bir makinecinin bunu biliyor ve adımlarını buna göre atıyor olması gerekir.

“BEN SANAYİCİLİĞİ TÜRKİYE’DE DEĞİL, YABANCILARLA İŞ YAPMAYA BAŞLADIKTAN SONRA ÖĞRENDİM”

  • Hangi dönemlerde ihracat yapmaya başladınız? İhracat yapmaya başlamak para kazanmanın dışında, size ne öğretti?

Biz 90’lı senelerin başında ihracat yapmaya başladık. Onun öncesinde de yapılıyordu bir şeyler ama bence onlar tam anlamıyla ihracat değildi. Ben sanayiciliği, makine yapmayı Türkiye’de değil, yurt dışıyla irtibata geçtikten, yabancılarla iş yapmaya başladıktan sonra öğrendim. Sanayinin ne şekilde olması gerektiğini de yine oradan öğrendim. Bu sadece benim için değil, hepimiz için geçerli bir durum. Biz aslında makine yapmayı, sanayiciliği bilmiyorduk. Onları seyrederek öğrendim makine yapmayın.  Örneğin; İtalyan bir ortağım vardı, her gittiğimde 20 gün orada kalıyordum. Makineyi birlikte dizayn ediyorduk. Kendi yaptığı makine üzerine bazı eklemeler yapıyordum mesela, “Ne gerek var?” diyordu, ben de ona Türkiye’de insanların bunu aradığını anlatıyordum. Makineyi, Türk sanayisinin ihtiyaçlarına göre şekillendiriyorduk. Diğer yandan benim en büyük hatam; bir makinenin her şeyi ile ben uğraşıyordum, hepsini ben yapmaya çalışıyordum. Bu doğru değildi. Mesela kendi makineme taktığım pompayı, kendim yapıyordum. Bunun için dünya kadar insan çalıştırıyordum. Bunun çok saçma bir şey olduğunu yurt dışında öğrendim. Yurt dışında bir fuarda sadece pompa yapan bir firma gördüm, gittim tanıştım ve o firmayla anlaştım. 88 senesinden beri o firmayla ortağım, hala onun ürettiği pompaları kullanıyorum. Anlaşmayı yaptığım kişi vefat etti, yerine oğlu geldi, oğlu da benim çocuklarım da anlaşmamıza sadık kaldı. Bunu hala yürütmeye çalışanlar var ama benden evvel akıllananlar da var.